Michael Connelly denince aklıma hemen Bosch geliyor, çoğunuzun da öyledir eminim. Bosch dışında Mickey Haller ve Renee Ballard da sevdiğim karakterler elbette. Bu kitabın ana karakteri ise Şair’de (1996) kötülüğe karşı zafer kazandığında profesyonelliğinin zirvesinde olan suç muhabiri Jack McEvoy. Jack, eski eşleri ve otorite sorunları olan, Connelly’nin antikahramanlarından sadece biri.
Yazarın tüm kahramanları bir saygısızlık yelpazesi oluşturuyor adeta. “Lincoln Avukatı” olarak da bilinen Mickey Haller, bir arabadan çalışıyor ve her şeye burnunu sokuyor. Kara kara düşünen dedektif Harry Bosch, Los Angeles Polis Departmanı’na karşı asi bir tavır sergiliyor. Jack’in gazetecilik sevgisi ise onu daha çok takım oyuncusu yapıyor. Bu kitap (Türkçeye yeni kazandırılsa da) 2009’da çıktığında ise Jack’in ilk başrolünün üzerinden on üç yıl geçmiş ama Jack, Michael Connelly’nin yazdığı diğer kitaplarda da yer almıştı. FBI ajanı Rachel Walling’in de birkaç Bosch romanında belirgin rolleri olmuştu.
Michael Connelly’nin tüm kitaplarında zevk aldığım bir şey de bu işte; kitaba girip çıkan her karakteri izlemek. Çünkü Michael Connelly, kariyerinin çoğunu LAPD Dedektifi Harry Bosch hakkında yazarak geçirse de ara sıra tekrar ziyaret edeceği birkaç karakter yazıp kenara atmayı iyi beceriyor.
Serinin İlk Kitabı: Şair
Şair, McEvoy’un Denver cinayet dedektifi olan ikiz kardeşi Sean’ın intiharıyla başlar. Sean, acımasız bir cinayeti çözmedeki başarısızlığından dolayı ciddi depresyondadır. Herkes Sean’ın başarısızlığıyla yaşayamayacağını varsayar ve bu yüzden hayatına son vermeye karar verdiğini düşünür. Jack, kardeşinin böyle bir şey yapacağına inanmaz ancak kanıtlar ortadadır ve McEvoy sonunda bunu kabul eder.
Bir muhabir olarak Jack, cinayet vakaları hakkında yazmakta uzmanlaşmıştır ve kardeşinin ölümü hakkında bir makale yazmaya karar verir. Konuyu araştırırken ülke çapında bir dizi başka cinayet dedektifinin de kardeşi Sean’a benzer şekilde intihar ettiğini keşfeder. Jack ikirciklenir ve nihayetinde Sean’ın kendisini öldürmediği, aslında cinayet dedektiflerini hedef alan bir seri katilin kurbanı olduğu sonucuna varır.
Jack sonunda birkaç departmanı bu davaları yeniden açmaya ikna eder ve Jack’in haklı olduğu anlaşıldığında FBI devreye girer. Araştırma boyunca Jack, Rachel Walling adında güzel bir FBI ajanıyla ilgilenecek ve kendisini ölümcül Şair’in radarına sokacaktır.
Korkuluk‘a gelince…
Jack McEvoy, şimdi Los Angeles Times muhabiridir. Serinin ilk romanı Şair‘in merkezindeki seri katili ifşa etmiş ve hakkında yazmış olmasına rağmen gazetede işine son verilecekler listesindedir. Gazetecilik onun dünyasında, tıpkı günümüzde de olduğu gibi, basılı gazete çağının sona ermesiyle zordadır. Yerine ise üniversiteden yeni mezun Angela Cook getirilir. Jack’ten de iki hafta boyunca onu eğitmesi istendiğinde bile kendine acıyan biri olmayan Jack’in niyeti, bir patlama yapıp Şair hakkında yazdıklarına rakip olacak bir hikâye yazmaktır.
Jack, cinayet suçlamasıyla hapiste olan bir uyuşturucu satıcısını araştırmaya başlar. 16 yaşındaki Alonzo Winslow, 23 yaşındaki striptizci Denise Babbit’i öldürmek ve cesedini arabasının bagajına yerleştirmekle suçlanmıştır. LAPD dedektifleri, Winslow’un cinayeti itiraf ettiğini ve yetkililerin onu bir yetişkin olarak suçlamaya hazır olduğunu iddia eder. Ancak Winslow’un büyükannesi, McEvoy’u arar ve doğru şeyi yapması yani çete üyesi oğlunu, işlemediği bir cinayetten temize çıkarması için ona meydan okur. McEvoy, makaleyi ilk başta genç adamın nasıl bir katile dönüştürüldüğüne dair uzun bir ifşa olarak tasavvur etse de daha sonra Winslow’un masumiyetine ikna olur. Jack araştırmaya başlarken yolu bir kez daha FBI ajanı Rachel Walling ile kesişir.
Davayı araştırırken McEvoy ve Cook, birkaç yıl önce Nevada’da işlenen ve infaz açısından Winslow’un öldürdüğü iddia edilen kurbana benzeyen ikinci bir cinayet keşfeder. Nevada davasında, kurbanın eski kocası yargılanmış ve mahkûm edilmiştir. Buna göre, Winslow suçlandığı cinayet de dahil olmak üzere, daha sonra herhangi bir cinayet işlemiş olamaz. McEvoy önceki cinayeti araştırmak için Nevada’ya gittiğinde görünmeyen, bilinmeyen bir düşmanla karşı karşıya kaldığı bir dizi olayı başlatır.
Katil o kadar gizli hareket etmektedir ki, bırakın ne yaptığını, kimse onun kim olduğunu bile bilmemektedir. Ama McEvoy’un onu aradığının farkındadır. McEvoy korkunç bir keşif yaptığında Korkuluk’un takibi kişisel hale gelir. Keskin gözlem gücüne ve içgüdülerine güvenen McEvoy, katilin izini sürmesine rağmen Korkuluk hep bir adım öndedir.
Michael Connelly çok iyi bir yazar ve bu, Connelly’nin en iyi kitapları arasında olan bir seri katil hikâyesi. Çoğu suç kitabının aksine Connelly, katili okurlarına en baştan ifşa ediyor ve failin hikâyeyi kendi bakış açısıyla anlatmasına izin veriyor. Ama belirtmeden geçemem; Korkuluk hakkında, onu neyin motive ettiği, böyle eylemlerde bulunma konusundaki doyumsuz ihtiyacını neyin körüklediği hakkında daha fazla bilgi edinmek isterdim.
Kitapla ilgili beni en çok etkileyen şey de bugün ve bu çağda, ülkedeki gazeteciliğin durumuyla ilgili iç karartıcı alt konuydu. Herhangi bir demokrasi gelişecekse iyi bilgilendirilmiş bir vatandaşlık temeline bağlıdır. Bu da güçlü ve gelişen bir özgür basına sahip olmakla sağlanır. Gazetecilerin saldırı altında olduğu, gazetelerin faaliyetlerini küçülttüğü ve bazı durumlarda tamamen ortadan kaybolduğu bir gün ve çağda seri katiller, endişelerimizin en küçüğü olabilir.
Çevrimiçi varlığımız tarafından ne kadar manipüle edilebileceğimiz ve tehlikeye atılabileceğimiz konusunda korkutucu bir roman Korkuluk.