İtalyan polisiye edebiyatının en sıradışı isimlerinden olan Giorgio Faletti, 2014 yılında öldüğünde ardında sekiz polisiye roman bırakmıştır. Ülkemizde de dört kitabı çevrilen Giorgio Faletti, İtalya’da “bestseller” konumuna yükselmiş, aynı zamanda da debi ağırlığı olan romanlar kaleme almıştır. İtalyan polisiye yazarı Giorgio Faletti ülkemizde özellikle Ben Öldürürüm ve Bir Pezevengin Notları eserleriyle tanınmakla birlikte en önemli eserlerinin başında -bu yazının da konusunu oluşturan- Ben Tanrı’yım gelmektedir.
Faletti’nin polisiyeye yaklaşımı, edebiyatının ayırıcı yönünü oluşturur. Zira Faletti’de sıradan bir suç anlatısı veya basit bir cinayet hikâyesinden ziyade toplumun katmanları arasındaki karmaşık ilişkileri konu edinen ve insanın karanlık, hatta vahşi yönünü ele alan bir anlatım mevcuttur. Bu nedenle Faletti’de suç ve intikam arasında sıkı bir bağ mevcutken aynı zamanda bu intikam duygusunu yeşerten kötü/acımasız bir bireysel veya sosyal tarihle de karşılarız. Önemli bir nokta olarak, bu intikam duygusu ile Faletti’nin romanlarında “adalet” arayışının keskin bir ilişki içinde olmasıdır. Bu noktada okura bir ipucu sunar Faletti: Öfke Takımyıldızı, diğer bir deyişle birbiri ardına sıralanan bir adalet arayışı. Zira karakterlerin acımasız ve vahşi davranışlarının ardında adalete ulaşmak, intikam duygusunu tatmak gibi arzular yatmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki, polisiyeye eklemlenen diğer alttürlerden farklı olarak, Faletti’nin anlatısında intikam duygusu nedensiz değildir; kötülüğün sıradanlığı değil, insanın kırılganlığı ön plandadır.
Şahsi yıkıma uğramış karakterlerin suça yönelmesi, Faletti’nin tercih ettiği başlıca anlatım öğelerinden biridir. Ancak bu şahsi yıkım hikâyeleri esas olarak, okurun suçu işleyen karakterlerle de sıkı bir bağ kurmasına, deyim yerindeyse kendini özdeşleştirmesine vesile olur. Faletti’deki adalet anlayışı, şahsi yıkımın sorumlularının cezalandırılması arzusu, okurda da benzer bir duyguya yol açar. Bu nedenle Faletti’nin suçluları aslında insanlığın kırılgan ve yıkıma açık yanının temsilidir. Bu yaklaşımla Faletti, suçu ve polisiyeyi insanın varoluşuna ve hayatına dair bir sorgulama, bir özdeğerlendirme olarak sunar. Polisiyenin başat kurallarını takip etmekle beraber, romanlarında görülen anlatı yapısı çok daha karmaşıktır. Çok karakterli ve çok yönlü bir anlatı düzlemi tercih eden Faletti, insan hayatının farklı kesişme noktalarını suç üzerinden, suçlu üzerinden verir. İtalyan yazarın eserlerinin en dikkat çekici yanlarından biri de, bir olayın insanlar üzerinde yarattığı farklı etkiler aracılığıyla sebep olunan farklı suç türleridir. Bu farklılıklar temel alındığında Faletti’nin polisiyesinin esas itibarıyla insanı anlama ve anlamlandırma çabasının bir ürünü olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Faletti’nin bu edebi özelliklerini en iyi yansıtan eserlerinin başında Io sono Dio, Türkçe ismiyle Ben Tanrı’yım (Pegasus Yayınları, çeviren Makbule Ezay Akyıldız, 2014) gelir. Faletti pek çok İtalyan yazardan farklı olarak, yerelden küresele değil, küreselden yerele bir yaklaşım benimsemiştir. Bir başka ifadeyle küresel bir olgunun içinde yerel okurun bulacağı tatlar ve gizli köşeler sunar, tıpkı karakter isimlerinde veya anlatılan yan hikâyelerde olduğu gibi. Öyle ki Faletti’nin polisiye romanlarının tek merkezi İtalya değildir, Monaco’dan New York’a uzanan bir düzlem mevcuttur; zira suçun ve insanın kırılganlığının evrensel bir olgu olduğunun farkındadır. Bu farkındalık da Faletti için karşıt öğelerin yani yaşam ve ölümün ifadesinde karşılık bulmaktadır, her iki kavramı da romanında işlerken Faletti aslında insanın acizliğini bir kez daha gözler önüne serer: “Herkes öleceğini bilmesine rağmen uzun süre yaşayacağını varsayıyordu.”
Faletti’nin bu romanı mekân olarak New York’u ön plana koyar. Farklı birkaç Amerikan şehrinde daha olaylar gelişse de esas merkez New York’tur. Bununla birlikte İtalyan göçmenler, şehirlerin rant için dönüşümü, inşaat sektörü, bireysel trajediler ve toplumun yabancı düşmanlığı gibi farklı unsurları bir araya getirirken Faletti, iyi ve kötünün mücadelesinden, doğru ile yanlış ikileminden çok, insanın kaybolma öyküsünü anlatır: Hem fiziki bir kayboluş yani yıllar öncesine dayanan bir cinayet, hem de insanın ruhsal çöküşüyle adalet duygusuna inancın kaybolması. Bu noktada Faletti’nin anlatımı bir inanç arayışı ya da inancın kötülük karşısındaki çaresizliği olarak da yorumlanabilir. Bu noktaya örnek teşkil eden, Faletti’nin romanındaki en çarpıcı cümlelerden biri de şudur:
“Nefret artık bir duygu değil. Bir virüs olma yolunda. Ruhu eline geçirdiğinde akıl kayboluyor. Ve insanların savunma gücü de gitgide azalıyor.”
Ben Tanrı’yım, bu çerçevede Faletti’nin bir Vietnam gazisi üzerinden yola çıkarak sürprizlerle dolu katmanlı polisiye anlatısıdır: Basit bir intikam hikâyesi zamanla toplumu ilgilendiren bir adalet arayışına evrilir. Bu adalet arayışı belki de romanın sürükleyici öğesini oluşturmaktadır, tıpkı başkahramanın şu cümlesinde okunabileceği gibi:
“İntikam ve adalet bu kez bir araya geliyor. Ve insanların hayatı benim için hiçbir şey değil, sizler için de hiçbir zaman, hiç önemli olmadığı gibi.”
Karakterlerde görülen değişimlerse her karakterin yaşamını kökünden değiştiren bir olayla bağlantılıdır. Zira Faletti için yaşamın kırılma noktası esas olarak kişinin varoluşuna dair sorgulamasını da göstermektedir. Bu nedenle yan karakterler dahi hasarlı, kırılgan ve tüm insanlar gibi toplumun yoğun baskı ve etkisi altındadırlar. Nitekim bu noktada okuru karşılayan başlıca konular yaşam mücadelesi ve bu mücadelede göze sıklıkla çarpan gelenek-modernite çıkmazı, bir başka ifadeyle birey ve toplum arasındaki uyuşmazlıktır. Diğer yandan, dağılan aile düzeni Faletti’nin karakterlerinin ilk göze çarpan özelliklerindendir.
Karakterlerini toplumun farklı sınıflarından seçen Faletti’nin niyeti, insan özünün benzerliğini göstermek ve birey-toplum arasındaki hasarlı bağın aslında suça iten bir yapı oluşturduğunu gözler önüne sermektir. Benzerlerin birbirinden uzaklaşması Faletti için polisiyenin yeşereceği yöndür. Hatta bu noktada Faletti, şu cümlesiyle okura esas meselenin sadece bir suç, sıradan bir karmaşa değil, aksine insanlar arasındaki anlaşmazlığın suçun ifade ettiği anlamı belirlediğini de aktarır: “Kimliği tespit edilen bir kurban ve onların anladıklarının ötesinde bir adaletle cezalandırılmış katili.”
Eserin polisiye kurgusunun merkezinde Vivien Light isimli bir dedektif ve Michael McKean isimli bir rahibin yer alması ve tüm olayların Vietnam Savaşı’na bağlanması, okura kaybolacağı bir labirent sunar. Özellikle Faletti’nin anlatısı yan karakterler açısından oldukça zengin ve başarılıdır. Zira bir şekilde her bir yan karakter, esas olayın gidişatına etki ederken Italo Calvino’nun da bahsettiği şekilde anlatıda yer alan her bir öğeye anlam ve görev yükler Faletti. Bu nedenle eser sadece polisiye çevrelerinde değil -maalesef bugün dahi ayrımın devam etmesi nedeniyle de- yüksek edebiyat çevrelerinde ve eleştiri dünyasında da olumlu yankı uyandırır.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, Faletti’nin karakter ve kişilik analizlerinde sıklıkla yer verdiği yöntemlerin başında “ayna metaforu” gelmektedir. İtalyan edebiyatında özellikle Luigi Pirandello ve Umberto Eco gibi isimlerde karşılaşılan bir kavram olarak aynalar, kişilerin yapısını ortaya koymada oldukça önemli bir rol üstlenir. Bu açıdan Faletti, aynalar aracılığıyla olayların hem gerçekliğini hem yansımalarını bir araya getirerek polisiye için önemli bir nokta olan mantıksal doğrulama yöntemine de vurgu yapar.
Görüldüğü üzere Giorgio Faletti’nin 2009’da yayımlanan Io sono Dio (Ben Tanrı’yım) romanı İtalyan polisiye edebiyatında özgün bir konumu sahiptir. Karakterleri, işlediği olay ve kullanılan mekân bağlamında İtalyan yazarın dünyaya açılmasında önemli katkıları olmuştur. Bundan da öte, edebiyat eseri olarak toplumun geçirdiği süreci bireysel trajedilerden yola çıkarak anlatan Faletti, travmatik olaylar sonucu oluşan kolektif belleğin bir tablosunu sunar.