Diane Kruger

Diane Kruger: “Paramparça’da Katja’yı Canlandırırken Boğuluyormuş Gibi Hissettim”

/
9 dakikalık okuma

Diane Kruger, Fatih Akın’ın yönettiği In the Fade/Paramparça‘da bugüne kadar ki en zorlayıcı ve cesur rollerinden birinde. Aktris, “Paramparça‘da Katja’yı canlandırırken boğuluyormuş gibi hissettim,” diyor

41 yaşındaki Diane Kruger, birçok eleştirmenin kariyerindeki en iyi performansı olarak adlandırdığı Paramparça filmindeki rolüyle Cannes Film Festivali’nden En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’yle ayrılmıştı. Rol aldığı film, Altın Küre’de En İyi Yabancı Dilde Film Ödülü’ne layık görüldüğünde gururluydu.

Fatih Akın’ın yönettiği filmde Diane Kruger, Türk göçmen eşi ve küçük oğlu Neo-Naziler tarafından öldürülen yaslı anne Katja’yı canlandırıyor. Paramparça, Kruger’in ana dili Almancayı kullandığı ilk film. Genç yaşta oyunculuk eğitimi için Fransa’ya taşınan aktris, zamanının büyük bölümünü Paris ve New York’ta geçiyor. Brad Pitt’le rol aldığı epik drama Troy (Truva), National Treasure (Büyük Hazine) ve Inglourious Bastards (Soysuzlar Çetesi) filmlerindeki ana akım rollerden sonra Katja karakteriyle ortaya koyduğu iş, kariyerinin en cesur rolü olarak adlandırıyor.

Diane Kruger, kariyerinde istediği noktaya sonunda ulaşabildi mi? Peki bunun bu kadar uzun sürmesinin sebebi neydi?

“Paramparça”nın İngiliz ve Amerikan seyircisi için sürpriz olacağını düşünüyor musunuz?

Böyle bir rolü 5 yıl önce oynayabilir miydim gerçekten bilmiyorum. Truva, rol aldığım ikinci filmdi. Bir gecede oyuncu olarak ünlü olmuştum ve bu ilgiyi hak ettiğimden emin değildim. Henüz çok acemiydim. Ayrıca Truvalı Helen rolünden sonra hangi rolü oynayabilirdim ki? Oyunculuk okuluna başladığım Fransa’da da bir kariyerim olduğu için her zaman çok şanslıydım, orada her zaman çok güzel rolleri canlandırdım ama Amerika’da hep yardımcı rollere seçiliyordum. Paramparça‘da rol almama iki şey sebep oldu; birincisi, biraz daha yaşlanmış olmam, ikincisiyse benim bile sahip olduğumu düşünmediğim bir potansiyelim olduğunu düşünen ve bana başrol için şans veren bir yönetmene rastlamış olmam.

Bu yeni filmle kariyerinizin değişeceğini düşünüyor musunuz?

Evet, ama çok yüksek beklentilerim yok. Filmin beğenilmesinden çok memnunum ve sadece bu şekilde çalışmaya devam etmek istiyorum. Eğer bir rol başka filmlerdeki rollere de seçilmem için yapımcıları etkiliyorsa, ne güzel ama başkalarına da güvenmek istemiyorum. Bu yüzden de kesinlikle kendi projelerimi hayata geçireceğim. Hedy Lamarr ile ilgili bir mini televizyon dizisi düşüncem var ve 2019’un sonlarına doğru yayınlanmasını planlıyorum.

dayen221-1

“Katja’nın sonunu görebiliyordum”

“Paramparça” ile devam edersek; öncelikle müslüman bir göçmenin suçlu bir teröristten ziyade bir kurban olarak gösterilmesine çok nadir rastlanıyor. Katja’nın kişisel macerasının da aynı zamanda radikal bir sonuca ulaşması çok şoke edici. Katılır mısınız?

Filmin sonu, her zaman en zor kısım olur. Sizin gibi ben de ilk okuduğumda, bir oyuncu olarak Katja’nın dönüşümünü inandırıcı olacak şekilde nasıl canlandırmam gerektiğini bilmiyordum. Role hazırlanırken 6 ay boyunca terörizm kurbanlarıyla ve aileleriyle konuştum ve çeşit çeşit öyküler dinledim. Başlarına gelenler yüzünden yıkılmış, intikam almak isteyen insanlarla karşılaştım. Katja’nın sonunu görebiliyordum. Açık uçlu şekilde biten filmleri seviyorum, film bittikten sonra karakterlerin neyi, neden yaptığını tartışırken buluyorsunuz kendinizi. Her film gibi, bu da izleyicisine, “Siz olsaydınız ne yapardınız?” sorusunu yöneltiyor.

Diane Kruger, Paramparçanın yönetmeni Fatih Akınla...

Peki son sahne sizin için ne anlama geliyor? Ters dönmüş bir dünya görüntüsü filmin ana mesajını anlamamız için bize yardımcı olabilir gibi görünüyor.

Filmin son sahnesinin tartışma yaratacağını biliyordum. Fatih de biliyordu ama bu bir film ve her zaman farklı yorumlamalara açık. En sevdiğim sahne ise, Neo-Nazilerin saklandığı karavana doğru yürürken ve görüntüde fluyken bir anda belirginleştiğim an. Bu filmin ana metaforunu da açığa çıkarıyor; Katja’nın ne yapacağıyla ilgili kafasında artık kesin bir planı olduğunu gösteriyor.

İsveç-Danimarka ortak yapımı Bron/Broenin uyarlaması The Bridgeden bir sahne...

“The Bridge’deki rolüm daha teknikti, duygusal değil”

Katja rolü, daha önce “The Bridge/Köprü” dizisinde canlandırdığınız asperger sendromlu dedektifle kıyaslandığında ne kadar zorlayıcıydı ya da daha az mı zorlayıcıydı?

Bu rolün çıplak bir kırılganlık içermesi gerekiyordu. Saklanacak hiçbir yer yoktu. Bu kadar korktuğum başka bir rolde oynamamıştım. Boğuluyormuş gibi hissettim. Hayatımda ilk defa, kişisel hayatımla filmdeki rolümün birbirine karıştığını hissettim. Bu sağlıklı değil, her sene bunun gibi bir rol canlandırabileceğimi sanmıyorum. The Bridge‘deki rolüm de en az bunun kadar zorlayıcıydı çünkü zihinsel rahatsızlığı olan bir karakteri canlandırıyordum. Gücendirmek istemediğim koca bir topluluk vardı. Tehlikeli olan, bazı tikleri ya da davranışsal hareketleri taklit etmekti ama bu daha teknik bir durumdu, duygusal değil…

Filmin hayatınızla iç içe geçtiğinden bahsederken üvey babanız ve büyükannenizin yakın zamandaki ölümünü ve uzun süredir beraber olduğunuz oyuncu Joshua Jackson’dan ayrılmanızı mı ima ediyorsunuz?

Evet bunlar da sebep oldu ama aynı zamanda araştırmam süresince tanıştığım insanlarla bir şekilde iletişime geçmem ve kişisel olarak onların hayatına dokunmam da çok etkiledi. Ama evet, kişisel kayıplarım, özellikle de üvey babamın filmin çekimi devam ederken ölümü, filmin konusunun da etkisiyle yas içinde boğuluyormuş gibi hissetmeme sebep oldu.

“Erkekler, film sektöründe biz kadınları desteklemeli”

Altın Küre Ödül Töreni, kadınların seslerinin ve öykülerinin duyulması açısından çok önemli bir etkinlikti. Kültürel bir değişimden geçtiğimizi gösteren #MeToo ve #TimesUp hareketleriyle ilgili siz ne düşünüyorsunuz?

Bir kadın oyuncu olarak bu benim için çok değişik bir konu. Siz bir erkek gazetecisiniz, buna sizin cevap vermeniz gerekir. Bu değişim neden önemli olmasın ki? Dünya nüfusunun yarısını kadınlar oluştururken film endüstrisinin erkekler tarafından yönetilen, maço ve temelde erkek odaklı bir sektör olmasını gerçekten anlamıyorum. Kadın öykülerinin anlatılmasının zamanı çoktan geldi. Kadınlar, bu dünyada erkekler neyse o aslında; güçlü, zayıf, hassas, aptal, sersem ama aynı zamanda zeki. Yetişmemiz gereken çok fazla konu var ve erkeklerin de bizi bu konuda desteklemesi gerekiyor.

Çeviri: Sena Özkurt

The Washington Post gazetesinden derlenmiştir…

Editör

Türkiye'nin ilk ve tek polisiye kültür dergisi.

Line of Duty
Önceki Hikaye

Line Of Duty: Polislerin Peşindeki Polisler

Seyfettin Efendi
Sonraki Hikaye

Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Hikâyeleri

En Son Yazılar