Böyle konularda “en”li listeler yapmak doğru değil. Herkesin beğenisi farklı tabii ama böylesi görkemli bir sıralalamaya da kayıtsız kalamadık. Karşınızda İngiliz Telegraph gazetesinin tüm zamanların en iyi casusluk romanları listesi…
Kim-Rudyard Kipling (1901)
Mahbub Ali, “İşte büyük oyun başlıyor” diyor, 19. yüzyılın sonlarına doğru İngiliz Gizli Servisi için Hindistan’da görev yapan, bağımsızlığından memnun öksüz Kimball O’Hara’ya. Ali, Asya’nın hâkimiyeti için yapılan Rus-İngiliz savaşını kastetmişti. Onu takip eden polisiyelere etkisini bir yana bırakırsak Kipling’in büyüleyici romanı, Harold “Kim” Philby’nin kişisel tarihinde önemli bir rol oynadı.
The Riddle of the Sands-Erskine Childers (1903)
Savaş gazisi Childers, aynı zamanda Avam Kamarası’nda kâtipti. Tek romanını bir uyarı niteliğinde yazdı. İngiliz politika mekanizmasının, Fransa istilasından ziyade Alman istilasının daha gerçekçi olduğunu bilmelerini istiyordu. Roman aksiyondan çok ayrıntılara verilen önemle dikkat çekiyor.
The Secret Agent-Joseph Conrad (1907)
Polonya asıllı İngiliz yazar Conrad’ın Türkçe’ye hem Gizli Ajan hem de Casus adıyla çevrilen romanı iki kere okunmayı gerektiriyor; ilki çabucak okuyup sonunu öğrenmek için, ikincisi yazarın muhteşem cümlelerinin tadını çıkarmak için. Porno yayınların da satıldığı köhne bir dükkânın sahibi casus Verloc, Greenwich Gözlemevi’ni havaya uçurması için görevlendirilir. Aslında bu nefret dolu terör olayının sebebi bir grup anarşisti ortaya çıkarmaktır. Kitap belki de üzücü ve ironik şekilde vahşi bir sonla bitiyor…
The Thirty-Nine Steps-John Buchan (1915)
Richard Hannay, cinayetle suçlanır, o, İngiliz savunma sırlarını çalmak isteyen ajanların peşindedir. Yazar John Buchan hakkında müstehcen hiçbir şey yok, eğer kelepçeli bir sarışın izlemek isterseniz Hitchcock’un 39 Basamak filmini izlemelisiniz. Buchan’ın kitabı kolayca küçük görülebilir ama daha iyisini yapmak oldukça zor.
Ashenden, or The British Agent-W. Somerset Maugham (1928)
Roman, genel itibarıyla Maugham’ın I. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da istihbarat memuru olarak görev yaptığı döneme ilişkin anılarına dayanıyor. İddiaya göre orijinalinin yarısı, Winston Churchill’in emriyle ulusal güvenliği tehdit ettiği için yakılmıştır. John le Carré, “Sihrini kaçıracak kadar gerçekçi yazılmış bir casusluk romanı” diyor kitap için…
“Polisiye Edebiyat” Kategorisindeki Diğer Yazılar
Journey into Fear-Eric Ambler (1940)
Korkuya Yolculuk’un kahramanı, Türk donanmasının silahlarının yenilenmesi projesinde çalışacak İngiliz mühendis Graham. İstanbul’dan evine yaptığı yolculuk sırasında gemideki hangi yolcunun ona suikast düzenlediğini bulmaya çalışıyor. Yazarın pek çok kahramanı gibi o da ajan olmaya hiç uygun değil ama beklenmeyen bir sosyalistin yardımıyla iyi iş çıkarır. Ambler’in romanları aracılığıyla sol sempatizanlığı yapan ilk polisiye yazarı olduğunu vurgulayalım.
Assignment of Brittany-Helen MacInnes (1942)
20’den fazla casus romanı yazmış MacInnes, yazar adaylarına saha çalışması yapmalarını önerecektir. Bir casusla evli olmak dışında en iyi çalışma yöntemi budur. Kocası Gilbert Higlet, MI6 ajanıydı. MacInnes da bundan fazlasıyla yararlanmış kariyeri boyunca. Kitap özgün bulunmuş ki gerçek ajanların eğitiminde kullanılmış.
From Russia with Love-Ian Fleming (1957)
Rusya’dan Sevgilerle, pek çoklarına göre en iyi Bond kitabı. Bond kitapları çoğunlukla küçük görülse de Fleming, nitelikli bir yazar. Eric Ambler’in de belirttiği gibi, “Eleştiriler, çok az James Bond kitabının ne kadar başarılı yazıldığına değiniyor. Bence Bay Fleming gibi medeni ve eğlenceli bir yazarın yazdıkları ödüllendirilmeli:”
Our Man in Havana-Graham Greene (1958)
Greene ününü, 30’larda yazdığı polisiyelerdeki gaddarlıkla elde etti. Havana’daki Adamamız’ıysa İngiliz İstihbarat Servisi’nde çalıştıktan sonra yazdı. Böylece saygısız espri anlayışı, yazdıklarıyla daha uyumlu oldu. Havana’da elektrik süpürgesi satan Wormold, kızı Milly’nin bitmek bilmez savurganlıklarını karşılayacak parayı bulmak için isteksiz şekilde bir İngiliz adına cususluk yapmayı kabul eder ama rapor edilecek malzeme bulamayınca yaptığı iş, bir şeyler uydurmaya dönüşür…
The Spy Who Came in from the Cold-John le Carré (1963)
Genç David Cornwell (John le Carré’nin gerçek adı bu), MI6 için çalışırken mahlasla yazdığı üçüncü kitabı Soğuktan Gelen Casus’u yayımladı. Bu, casusluğu gerçek anlamıyla göstepisoded_221b ilk kitap olması sebebiyle büyük ilgi çekti. John le Carré, kitapları hakkında konuşmayı; daha doğrusu konuşmayı çok sevmese de şöyle diyor: “Hizmet sürem doldu, gerçekleri yansıtmadım, hiçbir sırrı açığa çıkarmadım.”
A Taste for Death- Peter O’Donnell (1969)
Ölümün Tadı, farklı bir Modesty Blaise romanı. Genellikle dişi Bond olarak anılan karakteri O’Donnell, savaş sırasında tanıştığı bir Balkan göçmeninden esinlenerek yaratmış. Bu macerada, Modesty ve arkadaşı Willie’yi Panama ve Cezayir’de görüyoruz. Fark şurada: Modesty bu kez en sevdiği numarayı yapmıyor; kötü adamların dikkatini dağıtmak için üzerini çıkarmıyor…
Seventeen Moments of Spring-Yulian Semyonov (1969)
Şimdiye kadar yazılmış en merak uyandıran kitaplardan biri. Semyonov’un romanı, Sovyet İstihbarat Servisi’nin kötü ününü silmek için görevlendirilmiş KGB Ajanı Yuri Andropov’un teşvikiyle yazdığı biliniyor. Rus ajan Maxim Isaev, Nazi kılığında Almanlarla Amerikalıların barış yapmasını önlemeye çalışıyor. Kitap 70’lerde televizyona uyarlandı, ayrıca Isaev de bir halk kahramanına dönüştü. Eğlenceli bir propaganda…
Other Paths to Glory-Anthony Price (1974)
Price’ın kitabı, iki savaşın arasındaki noktaları birleştirmekle alakalı. Birileri, Somme Savaşı’nda hayatta kalanları ve onlarla konuşan tarihçileri öldürüyor ve bu suçlar bir şekilde nükleer güçlerle bağlantılı. Kahramanımız David Audley, olayı Price’ın standartlarına göre bile karmaşık şekilde çözüyor. Diyaloglar muhteşem, tarih neredeyse yaşayan bir nesne gibi yansıtılmış…
The Bourne Identity-Robert Ludlum (1980)
70’lerde Ludlum, belki de tarihin gördüğü en kârlı hafıza kaybını yaşadı. Yaşadıkları ona James Bourne’u yaratırken ilham verdi; hafızasını yitirmiş ama muhteşem hayatta kalma becerileri olan bir adam… Eleştirmenler okuyucuların, yazarın akıcı diliyle sarsılacaklarını söylüyor. Matt Damon’ın oynadığı filmler de aynı şeyi yapıyor fakat kitapları okurken üzerinde Ludlum’ın adının yazdığına emin olun.
Berlin Game- Len Deighton (1983)
Fleming, casus romanlarını dünya çapında üne kavuşturdu ama bu tarz kitapların moda olması için 60’larda Deighton’ın Ani Tehlike’si gibi kitapların basılması beklendi. En iyi eseri ise, 80’lerde yazdığı Bernard Samson isimli gizli ajanı anlattığı kitabıydı. Önceki eserlerine göre daha az heyecanlı ama daha ustaca yazılmış bir roman Berlin Game.
Los Alamos-Joseph Kanon (1997)
Geçen yıllarda casus romanlarında düşüş yaşanıyor. Alan Furst, William Boyd ve Robert Harris iyi örnekler verdiler ama hiçbiri Kanon’un yanına yaklaşamadı. Bu roman, onun ilk kitabı. 1945 yılında geçiyor. İstihbarat ajanı Michael Connolly, bir cinayeti araştırmak üzere kayıtlarda görünmeyen Los Alamos kentine yollanıyor ve orada cinayet, bir şehvet suçu mu yoksa bilgi sızmasıyla alakalı bir eylem mi, onu bulmaya çalışıyor…
The Company-Robert Littell (2002)
The Company, Kim Philby’den Kennedy kardeşlere, Putin’den en nihayetinde Bin Ladin’e kadar birtakım insanlarla karşılaşan dört CIA ajanını anlatıyor. Littell, John le Carré gibi bir dile sahip değil belki ama bu, Amerikan anlayışına en yakını. Heybetli (900 sayfacık) roman, 11 Eylül’den kısa bir süre önce yazılmış, hatırlatalım…
221B Polisiye Roman Ödülleri İçin Tıklayın
Decoded-Mai Jia (2002)
Çin’in edebiyat yıldızı Mai Jia’nın milyonlarca kopya satan kitabı, Çin Gizli Servisi’nin geçmişiyle ilgili. Deşifre Deha, otizmli bir dâhinin muhteşem bir kripto analistine dönüşmesinin hikâyesini anlatıyor. Bu, kafa karıştırıcı, rüya gibi klasik bir Çin romanı. Yine de okurken kahramanın gizemli şifreleri çözmesi için heyecanlanıyorsunuz.
Fever and Spear-Javier Marias (2002)
Kariyerine çevirmen olarak başlayan Marias’ın romanlarında da merkezde hep çevirmenler var: “Kendi seslerinden feragat eden insanlar.” Aynı şey belki ajanlar için de söylenebilir. Bu, Your Face Tomorrow üçlemesinde İspanyol yazarın kafasını meşgul etmiş olabilir. Üçlemenin ilk kitabı, kahramanımız çevirmen Denza’nın insanların yüz ve kişiliklerinden neler yapacaklarını analiz eden gizemli bir MI6 ajanıyla tanışmasını anlatıyor. Şiddet, Proustvari bir yavaşlıkla büyüleyici şekilde harmanlanmış.
Slow Horses-Mick Herron (2010)
Roman, alkolizmden, yanlış insanlarla birlikte olmaktan ya da gizli dosyaları koymaları gereken yerlere koymayıp uluorta bıraktıkları için angarya işler yapmaya sürülmekten muzdarip MI6 ajanlarını anlatıyor. Her biri, zorba patronları Jackson Lamb tarafından ezilmiş, gözden düşmüş ajanlar birbirleriyle dokunaklı hikâyelerini paylaşırken itibarlarını geri kazanmaya çalışıyorlar. Herron’ın romanı bize şunu anlatıyor aslında: Gizli ajanlar bile içimizden birileri…
(İngiliz Telegraph gazetesinden derlenmiştir…)