Dipnot Yayınları’nın yakın zamanda okurlara ulaştırdığı Sürgün Avı, av ve avcının sürekli yer değiştirdiği, tırmanan temposuyla okurda hiç ara vermeden okuma isteği uyandıran siyasi bir polisiye. Çeşitli mecralarda ve “Cürmümeşhut, Yerli Polisiye Edebiyatta Alternatif Suç Denemeleri” adlı derlemede yayınlanmış öyküleri bulunan editör yazar Melih Günaydın ilk romanıyla hem yerli polisiyede yeterince yer verilmeyen siyasi konuları işliyor hem de dil ve anlatıma gösterdiği özenle polisiye yazmanın nitelikli edebi eser vermeye engel olmadığını gösteriyor.
Romanın konusunu yetmişlerde başlayan ve yaklaşık kırk senelik bir dönemi kapsayan siyasi olaylar çerçevesinde işlenen insanlık dışı suçlar oluşturuyor. Küresel güçlerin her türlü felakete sürüklediği sivil halkın teröre, insan kaçakçılığına, istismar ve cinayete kurban edilmesine şahit oluyoruz. Bu karanlık coğrafyada ezilenlerin daima en savunmasız bireyler olduğunu, sıra dışı işler yapan sıradan kahramanlar üzerinden anlatan Günaydın, okura insanoğlunun saf kötülüğünün yol açtığı yaralara yine insan yüreğindeki vicdan ve onurun ilaç olabileceğini aktarıyor.
Üç kıtaya yayılmış bir suç zincirini birbirinden habersiz kahramanlara kırdıran yazar tek bir başkahraman yaratmaktan kaçınmış. Üç koldan ilerleyen olay örgüsünü üç kahraman grubu takip ediyor: İstanbul varoşlarında bir evde bulunan çocuk cesedinin peşine takılan Cinayet Büro komiseri Navi, Suriye’deki bir mezarlıktan çalınmış bir çocuk cesedinin izini süren gazeteci Burcu ve insan kaçakçılığıyla teröre kurban seçilen küçük bir kız çocuğunu kurtarmaya çalışan öğrenciler Mekin ve Filit.
Yer değiştiren av ve avcı metaforuna ilk destek çarpıcı bir av sahnesiyle geliyor. Mekin ve Filit’in jandarma karşısındaki savunmasız ve çaresiz hali, roman boyunca kahramanların zayıf düşecekleri, zor kararlar almalarını gerektirecek çetin sınavlara dair ipucu niteliğinde. Bu bağlamda ışıktan kaçan, gölgesinin peşine düşmüş insanların tekinsiz yolculuğunu izlemeye davet eden kapak görseli de romanın içeriğiyle tam bir uyum içinde.
Dil ve üslup üzerine emek verildiği daha ilk bölümlerde anlaşılıyor. Bu sayede, kurulan sahneler, oluşturulan diyaloglar canlı, gerçekçi ve merak uyandırır nitelikte. Olayların bu denli karmaşık ve akışa dahil olan karakter sayısının fazla olduğu metinlerde doğru bakış açısını kullanamama problemine rastlanabilir. Kahramanlarını okura adeta yakın çekim kamerayla takip ettiren yazar, bakış açısında sapma riskini de asgariye indirmeyi başarmış.
Christopher Vogler’in Joseph Campbell ve Jung’un çalışmalarından yola çıkarak hazırladığı “Yazarın Yolculuğu” isimli eserinde hikâyenin temel ilkeleri detaylıca incelenmiştir. “Öykünün gereksinimleri yapıyı dayatır.” önermesiyle tamamen uyumlu olarak eserin yapısı hikâyenin gelişimini destekliyor. Uzunlu kısalı bölümlerde sürekli değişen mekân ve bakış açısıyla karakterler ve epizodlar başarıyla ayrıştırılmış. Bölümler büyük ölçüde tutarlı şekilde ilgili kahramanın adıyla açıldığından okur hızla artan tempoya tökezlemeden dahil oluyor.
Birbirlerine, örselenmiş, katledilmiş çocuk bedenleri üzerinden bağlanan kahramanları hayatlarının en kritik kararını vermeye iten faktörler yeterli bir gerçeklikle kurulmuş. Navi’nin derinleşeceğini sezdiğimiz hayat hikâyesi için diğer romanları bekleyeceğimizi anlıyoruz. Özellikle kadın kahramanın şimdisi ve geçmişi bir ilk romandan beklenmeyecek yetkinlikle kotarılmış, öyle ki okur kendini Burcu’nun geleceğiyle ilgili planlarını merak ederken buluyor. Romanın en önemli karakterleri olan Mekin ve Filit’in küçük dünyaları, hayalleri ve ihtiyaçları ustalıkla kaleme alınmış. Arap, Aslı, İlkay, Selim, Kör Abdullah, Rıfat gibi yan karakterlerin her biri farklı seslere sahip. Karakter oluşturmadaki bu özen, eserin uzun bir hazırlık evresinden sonra meydana geldiğinin ipuçlarını veriyor.
Teknik olarak bakıldığında bir polisiyeden beklenen tüm maddi detaylar birbiriyle tutarlı ve gerçekçi. Özellikle polis teşkilatındaki iç çekişmeler, köstebekler, rekabet ve kavgalar, olayın çözülmesine yönelik tüm aşamalar titizlikle işlenmiş. Zaman zaman olay akışının hızı sebebiyle metinde gereğinden fazla kargaşa, kovalamaca, çatışma unsurlarının yer alması bir ilk roman için kabul edilebilir seviyede. Polisiye kurguda okur, içine insani zaaflar katılmış bir matematik problemi çözdüğünün ve işinin zor olduğunun farkındadır. Bu işi fazlaca ayrıntı ve yan olay kalabalıklığıyla daha da zorlaştırmamak aynı zamanda okurun hikâyeyi takip ederken yaşadığı zihinsel sürece de yeterli materyali verebilmek belki de polisiye yazarının en zorlu seçim sürecidir. Yazarın bu sınırlandırmayı sonraki eserlerinde kolaylıkla yapabileceğini tahmin etmek güç değil.
Okura gösterilen unsurların er ya da geç olayla ilgili bir işlevi olması gerekir. Günaydın, polisiye kurguyu oluştururken edebi nitelikten de ödün vermeyen bir yazar. Metne doğallıkla dahil ettiği basit bir okul ziyaretçi defteri yeri geldiğinde kritik bir ip ucuna ulaşmayı sağlayan en önemli anahtara dönüşebiliyor. Bu bağlamda, kullanılan obje Çehov’un duvardaki silah kavramını çağrıştırıyor.
Vogler’in, kahramanlardaki değişimi yolculuk metaforuyla çözümlediği eserindeki aşamaları Günaydın, özellikle Mekin ve Filit’e neredeyse eksiksiz yaşatıyor. Navi görevi gereği bir olayı çözecekken Filit-Mekin ikilisi ve Burcu’nun olay örgüsüne dahil olma motivasyonlarını Kahramanın Yolculuğu kavramıyla anlayabiliyoruz. Bu üç genç karaktere içsel ve dışsal sorun ve gereksinimler vererek onları bir karara, en nihayetinde de bir harekete zorlayan yazar, kahramanların hikâyeye girişlerini hem fonksiyonel kılıyor hem de kahraman açısından birçok bilgi barındırdığını gösteriyor.
Hikâyedeki en pasif ve zayıf gözüken Filit’e en zor sınavı yaşatarak onun büyük dönüşümüyle olay akışını dramatik olarak değiştiriyor. Olayların seyrini değiştiren kahramanın en güçsüz ve edilgen gözüken Filit olması kayda değer bir tercih. Zira bir kahramanın değişimi ne derece büyük olursa dramatik zirve o kadar yüksek olur. Filit’in cesareti ve kararlılığı sayesinde olay İstanbul’a taşınıyor ve üç koldan ilerleyen silsile nihayet bir noktada kesişiyor.
Vogler’e göre yaralı kahramanlar okurda özdeşleşme yaratır, sempati uyandırır. Yazarın bu konudaki başarısının bir sebebi de kahraman grubuna atfettiği fiziksel ve manevi yaralar. Ailesinden ayrı yaşayan ve geçmişteki sorunlarını çözememiş, midesi hasta yalnız kurt Navi, babasıyla küs bir kız evlat Burcu, parasız gariban öğrencilerden Filit ve aşk acısını atlatamayan Mekin. Macera öncesi gönülsüz olan kahramanlar sorumluluktan kaçacakları için maceraya tekrar çağrılırlar.
Mekin’in kız arkadaşıyla yaşadığı çıkmaz buna bir örnektir. Daha istekli kahramanlar da içlerindeki isteğe yanıt verir ve yönlendirmeye ihtiyaç duymazlar. Mekin’e uyum sağlayan Filit gibi. Çağrının ilk reddi, serüvenin tehlikelerini vurgular. Bu çok önemli bir dramatik işlev taşır. Mekin ve Filit’in her yönüyle karanlık bir adam olan Kör Abdullah’la yaptıkları iş anlaşması ve çıktıkları tekinsiz yolculukta şahit oldukları silah ve insan kaçakçılığı gibi.
Kahramanlar belli bir eşiği geçtikten sonra çeşitli sınavlarla karşılaşır, düşmanlar edinir ve müttefikler kazanırlar. Mekin ve Filit’in müttefiki Selim, düşmanları kaçakçılardır. Burcu’nun müttefiki Kerem, Nevzat ve Şahin, düşmanı Kembo ve Javier’dir. Navi’nin müttefiki Rıfat, düşmanı “Horozlar” olarak anılan Terörle Mücadele Şubesidir.
Kahramanın yolculuğunun bir sonraki aşaması “mağaranın derinliklerine yaklaşma”dır. Burası bir nefeslenme yeri, güç toplama sığınağı, çileye hazırlık mekanıdır. Günaydın, bu unsuru öylesine bir ustalıkla metne dahil ediyor ki Filit geceyi gerçek bir mağarada geçiriyor. Ertesi gün yaşanacak “çile” ise Joseph Campell’a göre kahraman açısından meselenin tam kalbidir. Kahraman artık değişmiş, kendi ihtiyacından (paradan) vazgeçmiş, daha büyük bir amaca (Shima’yı kurtarmaya) yönelmiştir.
Bunu takip eden “ödül” evresinde küçük kızla çıktıkları yolculuktaki anlık rahatlama resmediliyor. “Dönüş yolu”nda takip edilme ve misilleme korkusu da atlanmamış. Örneğin asker uğurlama sahnesi ve kovalamaca bu aşamanın kusursuz bir uygulaması olmuş.
Tüm yolculuğun nihai hedefi “diriliş” evresiyse Mekin ve Filit açısından farklı boyutlarla ele alınmış. Fiziki varlığı sona eren Filit’in açtığı erdemli yol Mekin’in geçmiş yüklerden arınmış şekilde hayatına devam etmesini sağlıyor. Mekin daha üzgün ama bilge bir kahramana dönüşüyor zira bilgelik “iksiri”ni almayı başarmıştır.
Temel bir insani durum üzerine kurulmuş, kirli politikaların insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini sorgulayan Sürgün Avı kendine ait meselesi olan bir roman. Sahne kurulumlarında verdiği gerçeklik duygusu, karakterlerinin derinliği ve kahramanın yolculuğu unsurlarının uygulanışı açılarından ele alındığında kolaylıkla bir film senaryosuna da uyarlanabileceğini söylemek yanlış olmaz.
Sürgün Avı, Melih Günaydın, Dipnot Yayınları, 2020, 310 sayfa
Kaynakça:
Vogler, Christopher. Yazarın Yolculuğu (The Writer’s Journey) Çev: Kenan Şahin, Okyan Us, 2017