“Tasarım, baylar, düzenleme, ışık, gölge, şiir, duyarlılık gibi şeyler şimdi bu tür girişimlerin vazgeçilmez unsurları olarak kabul ediliyor.”
Thomas de Quincey
28 Aralık 1811’de 7 cinayetin zanlısı John Williams, Londra’daki cezaevi hücresinde demir bir çubuğa geçirilmiş atkısının ucunda ölü bulundu. Mahkemeye bile çıkamayan John Williams’ın intiharı, suçlu olduğunun ispatı olarak kabul edilmiş ve Williams savunma olmaksızın mahkûm edilmişti. Son ana kadar suçsuz olduğunu iddia eden ve son gününde nasıl olsa aklanacağını ve yakında cezaevinden çıkacağını düşündüğü için mutlu görünen Williams’a karşı olan kanıtlar arasında, oda arkadaşının söylediğine göre iki cinayet gecesinde de eve geç gelmesi ve ev sahibesinin Williams’ın kıyafetlerini yıkarken gördüğünü iddia ettiği kan ve çamur izleriydi.
Zanlı bulunana kadar panik halinde kendilerini evlerine kilitleyen Londra halkını yatıştırmak için olduğu anlaşılan bu kararın günümüz şartlarında kabul edilemeyecek olmasının yanı sıra o zamanda bile kabul edilmesi şaşırtıcıdır. Cinayetler sırasında başka yerlerde olduğunu iddia etmesine rağmen bunlar araştırılmamış ve görgü tanıklarının iddiaları dışında kanıta ihtiyaç duyulmamıştır. Cinayetlerin bir kişi tarafından işlenmesi de pek gerçekçi olmamasına rağmen Williams’ın cesedi Londra sokaklarında teşhir edilmiş ve kalbine kazık çakılarak yerin 6 metre altına gömülmüştür. (1)
“Ratcliffe Yolu Cinayetleri” olarak anılan bu seri cinayetler, çağın önemli bir düşünürü olan Thomas de Quincey’nin de ilgisini çekmiş ve Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet (On Murder Considered as One of the Fine Arts, 1827) makalesine konu olmuştur. Makalenin öngörülmeyen popülerliği üzerine bir “devam” makalesi yazılmış (1839) sonra da bir ek yazı yayımlanmıştır (1854).
Cinayetleri ele alan kurgusal metinler arasında Alan Moore’un çizgi romanı From Hell (1999), Lloyd Shepherd’in The English Monster (2012), David Morrell’in Murder as a Fine Art (2013) ve Alison Goodman’ın The Dark Days Club (2016) romanları vardır. Ayrıca İngiliz dizisi Whitechapel’ın da ilk birkaç bölümüne konu olmuştur. Bu kurgusal eserlerin çoğu John Williams’ı Ratcliffe cinayetlerinin katili olmadığı varsayımından yola çıkarak Williams’ı “yem” olarak kullanan olası suçlular üzerinde dururlar.
7 Aralık Cumartesi günü, hasta olan 14 aylık bebeklerine bakmaktan ve kumaşçı dükkânları geç saatlere kadar açık olduğundan yemek yeme fırsatı bulamayan Londralı Marr çifti, gece yarısına yakın bir saatte hizmetçileri Margaret Jewell’i istiridye almak ve bir borcu ödemek için dışarı yollar. Bir saat olmadan geri dönen Margaret, evin kapısını kilitli bulur ve çıkardığı gürültüyle hem gece bekçisi (2) George Olney’yi hem de yan evde oturan John Murray’yi ayaklandırır. Eve önce arka kapıdan giren Murray sırayla James Gowan (çırak), Celia Marr ve Timothy Marr’ın cesetleriyle karşılaşır. Her birinin kafalarına sert bir cisimle vurulmuş ve kafatasları tamamıyla ezilmiştir.
Bu arada eve insan dolmuş, herkes bebeği aramaya başlamıştır. En alt kata inildiğinde halen beşiğinde yatan Timothy Jr.ın da aynı şekilde öldürülmüş olduğunu görürler. Katil, Timothy Jr. ve babasının sadece kafalarına vurarak öldürmekle kalmamış, ayrıca ikisinin de boğazlarını neredeyse kafalarını vücutlarından ayırana kadar kesmiştir. O gece şüpheli davrandıkları gerekçesiyle üç denizci gözaltına alınır ama sonra serbest bırakılırlar. Başka bir görgü tanığı, olay mahallinden koşarak uzaklaşan yaklaşık 10 kişi gördüğünü söylese de bu kişiler bulunamamıştır.
Marr evinde sonradan üzerinde “J.P.” harflerinin kazılı olduğu bir tokmak bulunacak ve o sırada İngiltere’de olmayan John Petersen adlı bir denizciye ait olduğu saptanacak ama kurbanlarla arasında bir bağlantı kurulamayacaktır. Cinayetlerin vahşeti Londra halkını dehşete düşürmüş ve sebebi yok gibi gözüken bu saldırı halkın birkaç günlüğüne sokağa bile çıkmalarını engellemiştir.
19 Aralık’ta ikinci saldırı gerçekleşir. Bu kez The King’s Arms adlı bir pub sahibi olan John Williamson (56), karısı Elizabeth (60) ve 50’lerinin sonunda olduğu söylenen hizmetçi Bridget Anna Harrington cinayete kurban giderler. İlk saldırılara benzer bir şekilde hem her birinin kafasına vurularak hem de boğazları kesilerek öldürülmüşlerdir.
O gece, üst katta oda kiralayan John Turner bazı sesler duyarak aşağı iner ve kapı aralığından uzun boylu bir adamın cesetlerden birinin ceplerini karıştırdığını görür görmez tekrar yukarı koşup pencereden çığlık atarak aşağı tırmanır. Evin içine kalabalık bir grup girince halen odasında uyumakta olan Williamsonların torunu Catherine (Kitty) Stillwell (14) ile karşılaşırlar. Kitty, saldırı sırasında hiçbir ses duymamış ve uyanmamıştır.
Denizci John Williams 24 Aralık’ta tutuklanmış, 28 Aralık’ta da önce ölü, sonra da suçlu bulunmuştur. Ne uzun boyludur ne de iri; görgü tanıklarının ifadelerine benzemediği gibi, ne Marr ailesi ne de Williamson ailesiyle – tuhaf bir isim benzerliği dışında- (3) bir bağlantısı vardır.
Timothy Marr ile aynı gemide çalıştığı dönemden tanışıklığı olsa da Londra’da görüştüklerine dair bir kanıt veya onu ve ailesini öldürmek için bilindiği kadarıyla bir sebebi yoktur. Ancak cinayet aletlerinden biri olan tokmağa ulaşabileceği düşünülmüş, ev sahibesine göre kanlı ve çamurlu gömlekleri varmış, odasına ancak cinayetlerden sonra geri dönmüş ve ona karşı en önemli bulgulardan biri olarak, cinayetlerden önce parası yokken sonrasında varmış. İlk sorgusunda bunların hepsine açıklama getiren Williams’ın savunması araştırılmadan tutuklanmıştır.
Dönemin kısıtlı anlatılarına bakılırsa bu kadar kısa sürede hiç şüphe çekmeden evlere giren ve sırayla bu kadar kişiyi sessizce öldürebilen katilin tek kişiden ibaret olması oldukça güçtür. İki evdeki cinayetlerin aynı kişi veya kişiler tarafından işlendiğinin bile kanıtı yoktur aslında. Ancak topluca paniğe kapılan Londra halkı, Williams’ın suçlu olduğuna kanaat getirmiş ve intihar edince rahata kavuşmuştur. Günümüz koşullarına göreyse failleri hiç bulunamayacak bir cinayet serisidir.
“Cinayet eylemi (vaaz kürsüsünde ve Old Bailey’de genellikle yapıldığı gibi) ahlaksal kulpundan tutulabilir ve itiraf edeyim ki, bu onun zayıf tarafıdır ya da aksine, Almanların deyimiyle estetik açıdan, yani beğeniyle ilişkili olarak da ele alınabilir.”
Thomas de Quincey
Konuya ilişkin ilk makalesini cinayetlerden 16 yıl sonra kaleme alan ve okurlarını cinayetin de bir sanat olduğunu iddia ederek dehşete düşüren Thomas de Quincey’nin John Williams hayranlığı aşikârdır. 1921’de basılan Confessions of an English Opium-Eater (Bir İngiliz Afyon Tiryakisinin İtirafları) sayesinde zaten kötü bir şöhrete sahip olan De Quincey, bu makalelerinde de sansasyondan kaçınmaz ve Kabil’i “bu sanatın babası” ilan ettikten sonra, öldürülen veya öldürülmesine teşebbüs edilen 17. yüzyıl filozoflarını tartışır.
Makalenin sonuna doğru da “cinayet sanatının ilkeleri” üzerinden geçer; cinayete kurban gitmeye müsait insan tipinden başlar, cinayet mahalline geçer ve son olarak da zamanlamayı ele alır. Cinayet nasıl işlenir dersi veren bu makalenin popülerliği üzerine zaten her daim para sıkıntısı çeken De Quincey aynı konu üzerine iki makale daha yazar. (4) Kara mizah kullandığı açıkça belli olsa da makaleleri okur tarafından ciddiye alınır ve birçok tartışmaya neden olur.
John Williams’ı bir katil olarak çok başarılı ve 1811 cinayetlerini de estetik açıdan hoş bulan De Quincey, Williams’ın suçluluğunu hiç tartışmaya açmaz. Ona göre bu cinayetler son derece mantıklıdır, hatta Williams ve Marr arasında bir bağlantı bile uydurur: Williams’ın mutlaka Marr’ın karısıyla bir ilişkisi vardır, dolayısıyla bu bir aşk cinayetidir.
Makalelerinde cinayetlerin yılını, kurbanların yaşlarını ve hatta isimlerini bile karıştıran De Quincey’nin kurguladığı hikâye, verdiği detaylarla son derece inandırıcı olsa da çoğunlukla gerçek olarak kabul edilemez. Williamsonları öldürmesi için akla yatkın bir sebep bulamaz ve cinayet işlemiş olmak için işlediğini iddia eder. Hatta Kitty’yi öldürmek için yeterli bir sebep bulamadığını, o yüzden bilerek sağ bıraktığını da yazar.
“Cinayetlerin de, en az heykeller, resimler, oratoryolar, işlenmiş taşlar, oymalarla daha kim bilir nelerde olduğu gibi, ayırıcı küçük özellikleri, değerleri vardır.”
Thomas de Quincey
Kanadalı-Amerikalı gerilim yazarı David Morrell’in Sanat İçin Cinayet romanı da bu cinayetleri kurgusal bir biçimde ele alır. Thomas de Quincey’nin karakter olarak yer aldığı üç romanlık bir serinin ilki olan bu kitap, “Williams” ve Williams’ın oğlu anlamına gelen “Williamson” soyadlarının bağlantısından yola çıkan bir fikirle, 1854’te kendini sanatçı olarak gören bir katilin üç haneyi kan gölüne çevirmesine tanık oluruz. 1811 olaylarına çok benzeyen bu cinayet serisi, dedektiflerin De Quincey’den şüphelenmesine sebep olur.
Thomas de Quincey’nin bu romandaki işlevi, çağdaş polisiye eserlerde aşina olduğumuz tiplemelere benzer. İlk başta Hannibal Lecter havası vardır; 1811 cinayetlerini işlediğinden emin olan polisler, ondan şimdiki katili yakalamak için yardım talep ederler ama yardımının samimiyetinden tam anlamıyla emin olamazlar. Zaman zaman Richard Castle karakteriyle benzerlik gösterir ve cinayet mahallerini gezerek deneyimli bir cinayet yazarı olarak kurgusal tahminlerde bulunmak ister. Çoğunlukla da afyon bağımlılığı ve garipliği üzerinde durulduğundan Sherlock Holmes’ü anımsatır.
Bu romanın kurgusuna göre ilk cinayet serisinin başlıca sorumlusu John Williams’tır. Marr ailesinin hizmetçisi Margaret Jewell ile bir ilişkisi vardır. Margaret hamiledir ve Timothy Marr bu evlilik dışı ilişkiyi hiç tasvip etmediğinden ve çok yakında çalışamayacak olmasından dolayı Margaret’a çok sert davranmaktadır. Williams da Margaret’ın gece gece dışarıya bir görev için gönderilmesine kızar ve eve girerek tüm aileyi öldürür.
Bu romanda da De Quincey makalelerinde olduğu gibi, Williamson ailesinin cinayetleri için tatmin edici bir açıklama yoktur. Kendisinin hiç göremeyeceğini bildiği oğlunu düşünerek “Williams’ın oğlu” anlamına gelen “Williamson” soyadını taşıyan aileyi de öldürür. 1854’teki cinayetleri işleyense Williams ve Jewell’ın oğlu olan ve babasının intikamını almak, aynı zamanda De Quincey’yi de cezalandırmak isteyen Albay Brookline’dır.
Roman son derece sürükleyici olsa da aynı Thomas de Quincey’nin makaleleri gibi John Williams’ın cinayetleri işlemesi için yeterince gerekçe ve kanıt sunmaz. Görünen o ki, bu cinayetlerin birbiriyle ve zamanında suçlu kabul edilmiş katil zanlısı Williams ile bağlantısı kurulamamıştır. 19. yüzyılın başlarında (1811) işlenen bu cinayetler, sonlarında (1888) işlenecek Karındeşen Jack cinayetlerinin öncüsü kabul edilir ve onlar gibi faili meçhul kalıp birçok kurguya malzeme olmaya devam edecektir.