Kızıl Nehirler’de cinayet/hırsızlık, iz sürme, kovalamaca gibi eylemler birbirini izler. Biri hırsızlık, öteki cinayet soruşturmasıyla görevli iki dedektifin soruşturmaları derinleştikçe birbirlerine yaklaşmaları, eşsüremli olarak gelişen olay örgüsünü birleştirir.
Grangé ve Kızıl Nehirler
Çağdaş Fransız yazınının öne çıkan yazarlarından biri olan Jean-Christophe Grangé, polisiye-serüven türünde yazdığı romanlarla büyük beğeni toplar. Romanları yirmiden fazla dile çevrilen Grangé’nin Taş Meclisi, Leyleklerin Uçuşu, Siyah Kan, Şeytan Yemini, Kurtlar İmparatorluğu, Koloni ve Zener’in Laneti adlı romanları Türk okuruyla buluşmuştur.
Yalnızca Fransa’da 450.000’den fazla satan ve Fransa’da 6 bölümlük bir uzgöreç dizisi olarak TF1 kanalında yayımlanan, aynı zamanda beyazperdeye de aktarılan Grangé’nin ikinci romanı Kızıl Nehirler, karmaşık cinayetler ve gerçekçi şiddet betimlemeleriyle örülü bir kurguyla okuru sarıp sarmalayan bir polisiye serüvendir. Gerilim yüklü anlatı, birbirlerinden ayrı cinayet ve hırsızlık soruşturmasını üstlenen iki dedektifin yollarının kesişmesiyle devinim kazanır ve kurnazca işlenmiş cinayetlerin gizemi açığa çıkarılır. İki dedektifin bir dizi cinayeti aydınlatmak için verdikleri uğraş, bir üniversitede yapılanmış üç yüz yıllık bir geleneğe bağlı olarak gelişen bir suç yumağının ortaya çıkmasını sağlar.
12 bölüm ve 60 alt bölümden oluşan Kızıl Nehirler, Tankut Gökçe tarafından yayıma hazırlanarak Türkçeye kazandırılır. Kısa bir süre içinde 35’in üzerinde Türkçe baskı yapan romanın çeviri baskısı 405 sayfadır. Bir metin çevresi yanmetinsel öğe olarak (péritextuel/ paratextualité) romanın arka kapağında (Fr. quatrième de); “kalbinize güvenmiyorsanız ya da ocakta yemeğiniz varsa, bu kitabı okumaya başlamayın. Grangé’nin sınır tanımayan hayal gücü, sürekli artan gerilim, etkileyici karakterler, birbirinden korkunç cinayetler; hepsi daha ilk satırlardan itibaren size hükmedecek…” biçiminde bir açıklama yer alır.
Suç, Soruşturma, Eylem
Kızıl Nehirler’de cinayet/hırsızlık, iz sürme, kovalamaca gibi eylemler birbirini izler. Biri hırsızlık, öteki cinayet soruşturmasıyla görevli iki dedektifin soruşturmaları derinleştikçe birbirlerine yaklaşmaları, eşsüremli olarak gelişen olay örgüsünü birleştirir.
Anlatı, Başkomiser Pierre Niémans’ın Paris’te olaylı bir futbol karşılaşmasının hemen sonrasında, küçük bir üniversite kenti olan Guernon’daki bir cinayet soruşturmasına atanmasıyla başlar. Hemen Guernon’a hareket eden Niémans, üniversitede kütüphane memuru ve aynı zamanda üniversitede doktora öğrencisi olan kurbanın ölümünün ardındaki gizi açığa çıkarmak için çalışmalarına başlar. Demek ki soruşturmayı başlatıcı öğe, işlenen cinayet suçudur.
İlk ceset hemen anlatının üçüncü bölümünde “cenin pozisyonu”nda ve işkenceyle öldürülmüş, elleri kesilmiş, gözleri bir cerrah özeniyle yerlerinden çıkarılmış olarak bulunur. “Kurbanın adı Rémy Caillois, (…). Yirmi beş yaşında. Üç yıldan beri Guernon Üniversitesi’nde baş kütüphaneci olarak çalışıyordu. (…)”
Ölmeden önce beş saat boyunca işkenceye uğradığı anlaşılan kurbanın üzerinde bir ileti verme ereği güden değişik ve ayrıntılı izler bulunur. Cesedi, Fanny Ferreira adlı üniversite profesörü yaklaşık 120 metre yükseklikteki bir dağın yamacında yer alan kayaların arasına sıkıştırılmış olarak bulur. Daha anlatının başında okuru sarsan ve altüst eden şiddet betimlemelerinin içine çeken roman, onu anlatının sonuna kadar gerilimin sınırlarında tutar.
Niémans’ın soruşturmaya başladığı “aynı günün şafağında” Fransa’nın bir başka kenti Sarzac’ta Jean-Jaurès İlkokulu’nda ve bir mezarlıkta gelişen hırsızlık olaylarını aydınlatmak için polis teğmeni Karim Abdouf görevlendirilir. Soruşturmasını sürdüren Abdouf, birilerinin, 12 yaşındayken gizemli bir kazada ölmüş bir çocuğa ait bütün belgeleri yok etmeye çalıştığını ayrımsar. Bu hırsızlık olayları onu, Sarzac’a 250 kilometre uzaklıktaki Guernon’a götürür.
Abdouf, hırsızlıkla ilgili soruşturmasını sürdürürken Niémans, Guernon’daki üniversite çevresindeki cinayeti aydınlatmaya çalışır. Birinci kurbanın izlerini süren Niémans’ın kuşkuları kurbanın Alplerin zirvesinde öldürüldüğü sanısını güçlendirir. Dağcılık eğitimi aldığından kuşku duymadığı bir uzman katille karşı karşıya olduğunun ayrımına varan dedektif, dağcılık deneyimine güvendiği Profesör Fanny’den yardım ister. Alplerin zirvesine çıkan ikili, 3500 metre yükseklikte, buzulların arasında asılmış ikinci kurbanı bulur: “Şeffaf duvarın içinde kaynak sularının oluşturduğu aynada, buzlar tutsağının vücudu görünüyordu. Cenin pozisyonundaydı. Ağzı sanki sessiz bir çığlık için açıktı.” İkinci kurban da aynı üniversitenin hastanesinin gece vardiyasında çalışan hastabakıcı yardımcısı Philippe Sertys’dir.
Katil, kurbanlarının üzerinde öteki cesede ulaşılması için bir imlem bırakmaktadır. Böylelikle her ceset bir ötekini imler. Kurbanların ölmeden önce korkunç işkencelere uğradığı görülür. Kurbanların bedensel görünümleri arasında ilginç benzerlikler vardır: “(…) bu adam da ilk kurbana, Rémy Caillois’ya benziyordu. Aynı yaş. Aynı küçük yüz. Aynı saç kesimi. Her ikisinin de yüz ifadesi bir iç çalkantısını dışa vuran ince ve yakışıklı iki genç.” Bu benzerlik, dedektiflerin bir dizi kıyayla karşı karşıya olduklarını kesinler.
Anlatıcı kimi zaman söyleşimler sırasında kıyaların geleceğine ilişkin önsel bilgileri okura sezdirmek ister:
– (…) Üçüncüsünü bulmak için bana güvenmeyin.
– Üçüncüsünü mü?
– Cinayetlerin süreceğini düşünmüyor musunuz?
Özellikle Profesör Fanny’nin söylemlerinde cinayetlerin durumuna ilişkin kuşkular sezilir. Soruşturmalarını ve iz sürmelerini derinleştiren dedektif, ölen şizofren kütüphaneci ile sessiz, içe kapanık hastabakıcı yardımcısının karanlık işler çevirdiklerini anlar. Onlar hiç de suçsuz kurbanlar değildir.
Guernon’da işlenen cinayetlere koşut olarak genç teğmen Karim de Jean-Jaures Okulu’nda gerçekleşen hırsızlık olayını aydınlatmak için çocukların fotoğrafını çalan rahibe Andrée’nin peşine düşer. Rahibe on dört yıldan beri güneşe çıkmamakta, kimseyle yüz yüze görüşmemektedir. Okuldaki Jude İtero adlı çocuğun ölüm zamanına karşılık gelen bu süre Teğmen Karim’e ilginç gelir. Araştırmaları Jude İtero’nun erkek değil, Judith Hérault adında kız çocuk olduğu sonucuna götürür. Annesi kızını iblislerden korumak için adını değiştirir. Rahibe de ona bu öyküye inanarak yardım eder. Her iki adın da Fransızcadaki okunuşu aynıdır. Öğretmenin gerçekte Judith’nin annesi Fabienne Pascaud-Hérault olduğu ortaya çıkar.
Fabienne Hérault, Sarzac’ta öğretmenlik yapmaya gelmeden önce Guernon’da çalışır. Ancak orada eşini nedeni bilinmez biçimde yitirir ve kızının kılık kıyafetini ve kimliğini değiştirerek Sarzac’a kaçar. Teğmen Karim Abdouf bu bilgilere ulaşır ulaşmaz hemen Guernon’a gider. Okula saldıran kişinin adı da ikinci kurban Philippe Sertys’dir. Bu bilgi, henüz birbirinden haberdar olmayan dedektiflerin Guernon’da karşılaşmalarına yol açar. Niémans bu cinayetlerin öç alma erekli olduğunun ayrımına varır ve onu kanıtlamaya çalışır: “Belki de intikamdı cinayetin nedeni.”
Katil, kurbanlarına da genellikle “su, buz, cam” gibi saydam özdeklerle imlem bırakır. Birinci kurbanın gözünden asitli su çıkar ve ikinci kurban Alplerin tepesinde buzulların arasında bulunur. İkinci kurbanın gözünden cam kırıklarının çıkması, üçüncü bir kurbanı göstermektedir. Genellikle evlerin ve havuzların süslenmesinde kullanılır. Niémans üçüncü kurbanın göz profesörü Chernecé olduğunu anlar, ancak ölümüne engel olamaz: “Kollar açık, ayaklar bitişik, çarmıha gerilmiş gibiydi.” Son kurbanın da gözleri oyulmuş ve asılmıştır. Sonunda dedektif, bu cinayetlerin bir seri cinayet olmadığı, daha çok öç alma cinayeti olduğundan emin olur.
Araştırmalar, “BİZ EFENDİLERİZ, BİZ KÖLELERİZ, BİZ HER YERDEYİZ, HEM DE HİÇBİR YERDE. BİZ KARAR VERENLERİZ. KIZIL NEHİRLERİN HÂKİMLERİYİZ” yazısının Judith tarafından bir duvara kanla kazılarak yazıldığı sonucuna götürür dedektifleri. Ancak Judith adını taşıyan düşsel bir kişidir ve onun arkasından gizemli bir katilin çıkması kaçınılmaz görünür. Yapılan parmak izi incelemesi sonucunda Judith Hérault’nun 1982 yılında kazada ölmediği ve Teğmen Karim’i silahla korkutan yetişkin genç kadın olduğu anlaşılır: “Judith Hérault hem ölüydü hem de diri.”
Romana adını veren kızıl nehirler, gerçekte akan doğal nehirler değil, Guernon’da yaşayan insanların kanını simgeler. “Vadi çocukların damarlarını, Cailloislar ve Sertysler babadan oğula, kentin hâkimi oldular. Şimdiye kadar düşünülmüş en basit genetik operasyonu, bebeklerin değişimini gerçekleştirdiler.”
Abdouf ve Niémans, Guernon’da karşılaştıklarında, iki ayrı kentte gelişen olayların birbiriyle bağlantılı olduğunu anlarlar. İnsan imgeleminin sınırlarını aşacak ölçüde korkunç kötülüklerle dolu karmaşık olaylar yumağı, iki dedektifin birlikte çalışmalarının ardından aydınlanır. Cinayetlerin ardında, yalanlar üzerine kurulu inanılmaz bir giz perdesi olduğu anlaşılır. “Kurbanların hepsinin yıllarca gizlice örgütlenip, birbirleriyle evlenerek her yönden başarılı bir ırk yaratmak için hastanede, kentin yoksullarının bebeklerini üniversitedeki akademisyenlerin bebekleriyle değiştirdikleri ortaya çıkar.”
Olağan koşullarda yüksek kesimlerde yaşayan ailelerin çocukları güçlü olması gerekirken son dönemlerde ölüm oranları artar. Buna karşılık üniversitede çalışanların çocukları hep zeki ve başarılı olur. Bu izlence bağlamında, yetiştirilen anlak düzeyi çok yüksek az sayıda çocuk (yaklaşık 120 öğrenci), özellikle her çeşit bilimsel, ekinsel ve sportif etkinlikte ülkede birincilikler kazanırlar: “Hatırlıyorum, fakültede bir seçkinler grubu vardı. Üniversite hocalarının çocuklarından oluşan ayrı bir dünya sanki. İçlerinden bazıları, gerçekten çok yetenekliydi. Her yıl, bütün ödülleri onlar alırdı.” Araştırmalar, hastanede bebek değişimini yapan kişinin, birinci kurban Rémy Caillois’nın babası Sertys Caillois olduğunu kesinler: “Bitkin bir topluluğu yeniden canlandırmak, entelektüellere yeni, güçlü ve dayanıklı bir kan kazandırmak için” bu bebekler değiştirilir.
Herrault ailesi, gerek bedensel, gerekse yetenek açısından çok güçlü oldukları için 22 Mayıs 1972 günü Guernon Hastanesi’nde yapılan doğum sonrasında ikiz çocuklardan birisi olan Judith Hérault bir öğretmen aileninkiyle değiştirilir. Fanny ise üniversite ailesine katılır.
Sekiz yıl sonra ikizlerin annesi Fabienne Hérault üniversite hocalarının gittiği Guernon’un ünlü Lamartine okuluna öğretmen olarak atanır. Orada kızına çok benzeyen, aynı adı taşıyan başka bir kız çocuğuna rastlar. Durumu araştırır, hastaneye başvurur. Konunun önemini kavrayan René Sertys onları öldürme yolları arar. Ancak onlarla hesaplaşmaya giden babalarını arabayla ezerek öldürürler. Bunun üzerine anne ve kızının kaçışı başlar. Kurbanlar, Judith’yi ortadan kaldırmak için uğraş verirler ama başaramazlar. Kıyacı, Judith’nin ikizi Fanny’den başkası değildir. Kendisinin de bu izlencenin bir parçası olduğu gerçeğiyle karşılaşınca öcünü en korkunç biçimde almak üzere işe koyulur: “Fiş hırsızının oğlunu, Rémy Caillois’yı izledi, onunla Sertys ve Cherencé arasındaki gizli ilişkiyi anladı.”
Cinayetlerin ardındaki giz perdesi aralanmak üzereyken, Başkomiser Niémans ve katil ikizlerden Fanny bir boğuşma sonucu ölürler. Öteki kardeş Judith ise Karim Abdouf tarafından vurulur. Romanın başından beri anlaşılmayan bütün gizler, Judith’in ölmeden önceki anlatımları aracılığıyla son bölümde açığa çıkar.
Anlatının Yapısı
Eşsüremli öyküleme yönteminin kullanıldığı romanda, olaylar süredizinsel olarak şimdiki zamanda dışöyküsel anlatıcı-yazar tarafından öykülenir. Olaylar, romanın başkişileri Pierre Niémans ve Karim Abdouf çevresinde gelişir.
Romanda cinayetler ilk bölümden başlayarak görülür. Ancak ana öyküyü belirleyen ilk anlatı ikinci bölümde İçişleri Bakanlığı Adli Polis Merkezi İnsan Kaçakçılığını Önleme Merkezi yöneticisi Antoine Rheims’in Niémans’ı Guernon’da üniversitede kütüphane görevlisi bir kişinin işkenceyle öldürülmesini araştırması için görevlendirmesiyle başlar ve eylemler peş peşe gelişir. İki dedektifin soruşturmalarının ikinci bölümünden başlayarak eşsüremli ve bakışımlı olarak anlatıldığı romanda, zaman zaman geçmişe dönülür ve gelişen olayların öncesiyle ilgili okura bilgi verilir.
Anlatıcı-yazarın 3. tekil anlatım biçimiyle öykülemeyi aktarması, anlatıya nesnellik boyutu kazandırır. Bunun yanı sıra yazar, karşılıklı konuşmalardan yararlanarak öykü kişisinin bakış açısını da ortaya koyar. Böylelikle yazar, çoğul bir bakış açısı kullanımına olanak tanır.
Kişiler
Romanın dedektifleri Pierre Niémans ve Karim Abdouf polisiye romanlardaki güçlü ve zeki polis örnekçesine uyar. İki dedektif de mesleklerinde başarılı, kendilerine özgü özellikleri olan eyleyenlerdir: “İki sıradışı insanın çevresinde gelişen olaylar: biri enerji dolu, tecrübeli bir polis, diğeri sokaklardan gelme Mağripli bir çaylak…” Uzun boylu bir adam olan Başkomiser Pierre Niémans, “kemikli bir yüz, derin çizgiler. Alabros kesilmiş ince gri ve parlak saçlar. Metal çerçeveli gözlükler” ile ilginç bir bedensel görünüme sahiptir. Bunun yanında karamsar, üzünçlü ve hırçın bir tinsel yapısı vardır.
Başkomiser Niémans, suçlulara karşı oldukça sert davranan, kural tanımayan bir dedektiftir. Romanın başında Niémans’ın cinayet soruşturması görevine getirilmeden önce İngiliz ve İspanyol futbol takımlarının maçından sonra çıkan olaylarda bir İngiliz holiganın ölümüne yol açması öykülenir. Holiganın ölümünden sonra Niémans’ın soğukkanlı tavırları, aykırı bir polis olduğunu gösterir.
Adli Polis Merkezi’nde Antoine Rheims ile Niémans arasında geçen konuşma, Niémans’ın suçla savaşımda sert önlemler almaya alışkın olduğu anlaşılır: “Artı yaşın da geçti, diyerek sürdürdü Rheims sözlerini. Üstelik uzmanlık alanın da farklı. Oysa anlaşmamız açıktı: bundan böyle sokak işi yok, şiddet yok.”
Nanterre’in varoşlarında yetim olarak yetişen, daha genç ve daha az deneyimli, 29 yaşındaki Arap asıllı polis teğmeni Karim Abdouf, Niémans gibi başarılı ancak kuralları kendi belirleyen “aykırı” bir dedektiftir: “Karim yirmi bir yaşında hukuk diplomasını aldı. (…) Bir seksen beş boyunda, bir kriko kadar ince, keçisakallı, şaçı rasta örgülü, kulakları dizi dizi küpeli bir Mağripli.”
Hukuk diploması olmasına karşın Mağripli olduğundan iş bulamayan Abdouf, polis olmaya karar verir. Suç oranının oldukça yüksek olduğu Nanterre’de doğup büyüyen genç polis, bu meslekte de meslektaşlarının kendisini “öteki” olarak algılamasıyla karşılaşmaktan kurtulamaz.
Romanda bu durum şöyle aktarılır: “Acemi polislerin hemen hepsi içgüdüsel olarak nefret ediyordu ondan. O bir Arap’tı. Oysa gurur duyuyordu Arap olmaktan. Dövüşmeyi biliyor, işsizlikten kurtulmak için polis saflarına geçen neredeyse hemen hepsi kararsız sefiller olan meslektaşlarının çoğundan daha iyi ifade ediyordu kendini.” Polis olduktan sonra da rahat giysiler yeğler: “Sweat-shirt, blucin, kapüşonlu jogging eşofmanı, üzerine de ellili yılların işçi modasına uygun bir deri ceket, (…) yüksek konçlu ayakkabı.”
Dedektiflerden başka anlatıda öne çıkan öteki kişi, Guernon’daki üniversitede profesör ve aynı zamanda iyi bir dağcı olan yirmi beş yaşındaki Fanny Ferreira’dır. Genç kadın, ikiz kardeşi Judith ile birlikte cinayetleri tasarlar ve kurnazca işler. Niémans’a cesetleri bulmak için yardımcı olan Fanny, böylelikle dedektifin kendisiyle ilgili oluşabilecek kuşkularını gidermeye çalışır.
Süre
Anlatının ilk bölümünde, “Ekim gecesi gerilim yüklüydü,” tümcesiyle süreye ilişkin bir bilgiye yer verilir. Real Zaragoza-Arsenal futbol karşılaşmasının bitip seyircilerin stat dışına çıkmalarının anlatımıyla başlayan romanda, gerçek olaylara göndermede bulunulur.
Gerçekte de bu iki futbol takımı, Paris Parc-des Princes Stadyumu’nda 10 Mayıs 1995 tarihinde Avrupa Kupa Galipleri Kupası final maçı için karşı karşıya gelmiştir. Ancak yazar anlatısında gerçekliğe birebir bağlı kalmayarak, anlatının geçtiği zaman için sonbahar mevsimini seçer. Bu seçimde sonbahar mevsiminin ilkbahara göre daha esenliksiz ve karamsarlık verici olmasının etkili olduğu da düşünülebilir.
Niémans’ın futbol karşılaşmasının ardından kıya soruşturmasına atanmasıyla başlayan olaylar saat saat aktarılmaya başlanır: “Üç saat sonra.” Böylelikle okurun da -polisiye romanda olması gereken bir özellik- dedektifle birlikte cinayetin gizini açığa kavuşturma sürecine katılması sağlanır.
Romanın diğer başkişisi teğmen Karim Abdouf’un hırsızlık soruşturmasına başlaması ise Niémans’dan birkaç saat sonradır. “Aynı günün şafağında…” anlatımıyla anlatıcı, iki soruşturmanın başlangıcı arasındaki zaman aralığını okura bildirir. Abdouf’un soruşturması da Niémans’ınki gibi saat saat okur aktarılır. İki dedektifin suçlar yumağını çözmek için uğraşları yaklaşık üç gün içinde sona erer. Böylelikle romanda öykü süresi geri sapımlarla 23 yıl öncesine kadar gitse de üç günlük bir öyküleme süresi sözkonusudur.
Uzam
Anlatı, Paris ve Nanterre kentleri ile Guernon ve Sarzac adlı kasabalarda geçer. Paris ve Nanterre gibi banliyölere ilişkin çok sayıda uzamdan söz edilir. Pierre Niémans ve Karim Abdouf’un yürüttüğü soruşturmaların çok hızlı sürmesi nedeniyle anlatıda uzam sıklıkla değişir. Önce Paris’te başlayan anlatı daha sonra Guernon ve Sarzac’ta eşsüremli olarak sürer.
Sarzac kenti Lot Bölgesi’nde bulunur: “Trenlerin bile artık durmadıkları bir yer. Bir yolun dönemecinde, hayalet köylerin kayalık çiçekleri gibi dikildiği bölge. Mağaralarla dolu, turizmin bile mağara adamlarıyla sınırlı olduğu bir ülke: vadiler, uçurumlar, kaya resimleri…”
Karim Abdouf’un Guernon’a gelmesiyle olaylar da Guernon’da geçmeye başlar ve cinayetin düğümü Guernon’da çözümlenir.
Öyküde soruşturmaya konu olan ilk suç ise: “(…) Guernon’da. Isere Bölgesi’nde, Grenoble yakınında küçük bir kent. Üniversite kenti” olan, Fransız Alplerinin buz gibi bezemi arasına gizlenmiş gibi görünen bir uzamda işlenir.
Ortasında Ortaçağ şatolarını andıran eski görünümüyle yer alan bir üniversiteye ait olan Guernon, Fransız Alplerinin eteğinde kurulmuş küçük bir kasabadır. Tüm kasaba sağlık sorunları için bu üniversitenin hastanesine gider. Bu üniversitenin üç yüz yıllık geleneksel bir yapısı vardır. Üniversitenin tüm çalışanlarının evlilikleri kendi içinde gerçekleşir ve yalnız başlarına yerleşkede yaşarlar.
Bu niteliğiyle üniversite kapalı, içe dönük ve esenliksiz bir uzam görünümündedir: “Bu üniversitede en iyi hocalar ders verir. (…) Güneydoğu Fransa’nın kreması yani. Hukuk, iktisat, edebiyat, psikoloji, sosyoloji, fizik… En önemlisi de tıp. Isère Bölgesi’nin ensesi kalınları burada ders verir, muayenelerini üniversitenin hastanesinde yapar. (…) Bölgenin yarısı tedavi için buraya gelir, dağlıların hemen hepsi burada doğmuştur.”
Paris Parc-des Princes Stadyumu’nun çevresinde ve Paris sokaklarında başlayan anlatı, Adli Polis Merkezi binası, Guernon’daki kayalıklar, üniversite binası, hastane, polis merkezi, Sarzac’taki mezarlık, okul ve kilise gibi hem kapalı, hem de açık uzamlarda geçer.
Hırsızlık ve cinayet soruşturmaları, Sarzac’taki okul, mezarlık ve kilise ile Guernon’daki üniversite ve hastane gibi genellikle esenliksiz ve kapalı uzamlarda geçer. Bunun yanında Guenon’daki kayalıklarda saklanan cesedi bulmak için Niémans’ın uğraşı, anlatının yatay uzamdan dikey bir uzama taşınmasına olanak verir:
– Ceset yukarıda gömülüydü.
– Yukarıda mı, diye yineledi Niémans, sivri çıkıntıların keskin gölgeler oluşturduğu kayalara bakarak.
– Evet. Aşağı yukarı on beş metre yüksekte. Katil cesedi kayaların arasındaki bir yarığa sokmuş. Sokarken de tuhaf bir pozisyon vermiş. (…)
– Cenin pozisyonu…
Bunun yanında ilk cinayetin “3000 metrede” buzulların arasında işlenmiş olması da dikey uzamı kesinler.
Sonuç
Grangé, Kızıl Nehirler ile yetkin roman geleneğine yeni bir halka eklemeyi başarabilmiş bir yazardır. Anlatı, okuru her bölümünde ürperten son derece çarpıcı betimlemelerle örülü oluntulardan oluşan bir polisiye-gerilim romanıdır.
İç içe geçmiş suçlar dizisini konu edinen roman, polisiye-gerilim türüne yetkin bir örnekçe oluşturur. Birbiriyle ilintili olarak gerçekleşen bir dizi cinayetin nedeni, kurban olarak seçilen kişilerin insanlık suçu işlemeleridir. Katillerden biri, oldukça iyi eğitimli genç bir profesör kadındır. Kendileri de bu insanların elinden kurtuldukları için öç alma isteğiyle cinayetleri gerçekleştirirler. Bu durum kurguyu oldukça şaşırtıcı kılmaktadır.
Romanın kurgusundaki ilginç yönlerden biri ise Fanny ve Judith adlı ikiz kardeşlerin yıllar boyunca tek bir kişi gibi yaşamalarıdır. Judith’nin kimliğini saklamayı başarabilmesi okurda gerçeklik duygusu uyandırmaktan uzak görünmektedir. İkiz kardeşlerin bu gizemli yaşamlarının anlatımı, kurgusal bir aksaklık olarak değerlendirilebilse de romanın genel polisiye serüven kurgusunu olumsuzladığı söylenemez.