Rheingold: Fatih Akın Sinemasının Göç ve Kimlik Temellerine Dönüş, Bazen Alman Bazen Türk

/
12 dakikalık okuma

Sinemada Doğu ve Batı sentezinin yarattığı güçlü bir çekim alanı vardır. Özellikle günümüzün birbiri içine geçmiş mevcut sosyal yapısını, çokkültürlü dokusunu ve göçmen politikalarını düşününce Doğu ile Batı arasına konumlanan filmler hayli önemli bir yere oturur. 

Neticede kimlik ve göç mefhumlarının toplumsal temsilleri doğrudan etkilediği bir çağda yaşıyoruz. Ayrıca postmodernizmin getirisi olarak her şey giderek atomize oluyor, sınırlar silikleşiyor ve kökler kayboluyor. Artık yaşadığımız dünyayı kültürel melezlik, akışkan yönelimler, çokkimliklilik ve dinamik aidiyetlere dair taze bir diyalektik şekillendiriyor. 

Açıkçası Fatih Akın da bu diyalektiği Avrupa ve dünya sinemasında en iyi taşıyan yönetmenlerden biri konumunda bulunuyor. Tabii bundaki en büyük etken de Akın’ın Hamburg’da işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmesinde ve çift kimlikli olmayı çok küçük yaşlardan itibaren öğrenmek zorunda kalmasında yatıyor.

Yeri gelmişken bahsetmekte yarar var; Cem Kaya’nın Liebe, D-Mark und Tod (Aşk, Mark ve Ölüm) belgeselinde Türkiye’den Almanya’ya uzanan işçi göçünün müziğe ve yeraltına yansımaları incelikle anlatılıyor. Politik ve sosyokültürel okuması çok kuvvetli olan Liebe, D-Mark und Tod, Akın’ın ya da Akın gibi hissedenlerin habitusunu da en doğru yerden dile getiriyor. 

Fatih Akın, Almanya’daki ikinci kuşak işçi ailelerinden birine mensup. O nedenle yabancı düşmanlığını, ırkçılığı, psikokültürel zorlamayı ve de ayrımcılığı derinden hissetmiş bir isim. Kendisini Hamburg’un çokkültürlü ve yabancı ağırlıklı Altona mahallesine ait hisseden Akın, sokakları, kavgayı, kanı, uyuşturucuyu ve çete hayatını çok genç yaşta içine çekmiş. Dolayısıyla bu uçlardaki yaşam deneyimi ve duygu denizi de sinemasındaki bileşenleri oluşturuyor.

Yol, Göçmenlik, Altkültür ve Suç Unsurları: Filmlerindeki Temalar ve Özellikler

Aslına bakılırsa Fatih Akın’ın sineması Alejandro González Iñárritu, Alfonso Cuarón ya da Ang Lee gibi isimlere yakındır. Bağlamı nedeniyle yerelden küresele doğru bir akışı vardır. Filmlerinde modernizm ile gelişen ulusalcılık, türdeşlik, tekdüzelik ve mutlak hakikat yoktur. 

Sokaklar, yollar, göçmenlik, vatansızlık ve yabancılaşma ise belirleyici temalardır. Bu ana temalar karakterlerini ve hikâyelerini oluşturur. Bununla birlikte Iñárritu’da da sıklıkla gördüğümüz tesadüf faktörü sinemasında önemli bir yere oturur. Farklı tesadüfler ya da kader sayesinde karakterlerinin yolları kesişir ve olaylar gelişir. Bu açıdan bir kader inancı da mevcuttur.

Fatih Akın Sineması

Fakat esas olarak bireyin habitusu, onun kim olduğunu, varoluşunu belirler ve bundan kaçış yoktur. Im Juli (Temmuzda), Gegen die Wand (Duvara Karşı), Auf der anderen Seite (Yaşamın Kıyısında), Soul Kitchen (Aşka Ruhunu Kat) gibi “prime” dönemindeki en iyi filmlerinde de bu şablonlar ile tematik döngüler tekrar eder.

Bunların yanı sıra Fatih Akın, filmlerinde ana akım sinemadaki klasik anlatı niteliklerinden yararlanır. Olay örgülerini ise dinamik ve paralel biçimde kurgular. Zaman doğrusal şekilde akar ve hayatın sillesini yemiş sorunlu karakterleri adım adım suça meylederler, kendi sonlarına doğru yaklaşırlar. Bu yaklaşım aynı zamanda bir dönüşümü de temsil eder. Karakterleri özellikle sokakta büyümüş, alkolizm ya da uyuşturucu batağındaki, bağımlı ve “deranged” (dengesiz) tiplerdir. Kendilerine ait yıkıcı bir trajedileri, dramaları ve hayatlarını değiştirmeye dair büyük beklentileri vardır. Toplumla, devletle ve bürokrasiyle olduğu kadar kendileriyle de mücadele halindedirler. Ancak tüm bu kaosun içinde sıcak, duygu ve tutku doludurlar. Yumrukları sıkıdır, yıkmaya çalıştıkları kalın duvarlar vardır ama insanlıklarını kaybetmemişlerdir.

Sokağa ait eski kafa ahlak anlayışları ve prensipleri de bakidir. Ayrıca Fatih Akın, egemen kültürün ve söylemin aksi yönünde durduğu halde ideolojik açıdan da bir dayatma sunmaz. Filmlerindeki genel hissiyat da özgürlük ve anlaşılma üzerinedir. Koşullar belirler özü, o yüzden doğru ve yanlış da oynak bir zemindedir.

Mekân kullanımları ise filmlerinin ruhunu belirleyen kritik bir unsurdur. Anlatı yapısı, karakterleri ve hikâyeleri kullandığı mekânlar ile örtüşür. Özellikle altkültürden ve getto yaşamından yararlanan Akın, seçtiği mekânlarla da hikâyelerinin ve karakterlerinin ruhunu tamamlar. O yüzden karakterleri ile mekânları da sıkı sıkıya bağlıdır.  

Fatih Akın sinemasındaki tema, anlatı, karakter ve mekân kullanımlarını anlattığıma göre buradan Rheingold‘a geçebilirim. 

Sokak Neresidir Biliyor musun: Yerdir

Doğrusu Fatih Akın sineması son yıllarda farklı yönlere gitmeye çalışıyordu ama çıkmaz sokağa girmişti. Özellikle 2014’teki The Cut (Kesik) filmi kariyerindeki çakılmaydı. Akın uzun uğraşlar sonrasında yaptığı The Cut ile birlikte dibi görmüştü ve film her açıdan kariyerine zarar vermişti. Ancak karakterleri gibi Akın da elbette yerden kalkmayı bildi ve bu tecrübeyle yoluna devam etti. 

Aslında 2019’daki Der Goldene Handschuh (Altın Eldiven) ile de köklerine döneceğinin sinyallerini verdi. Artık olgunluk dönemine geçmiş bir yönetmen olarak sinema dilini yumuşatmak yerine de kariyerinin açık ara en sert ve en zorlayıcı filmini yaptı. Der Goldene Handschuh‘ta 1970-1975 arasında en az dört kadını öldüren ve dairesinde öldürdüğü insanları saklayan Alman seri katil Fritz Honka’nın hikâyesini anlatan Fatih Akın, iyi kurulmuş bir arthouse suç draması ile katharsis yaşatmayı hedefledi.

Filmdeki çürüme ve kokuşmuşluk o kadar güçlüydü ki izleyicilerin midesini zorluyordu. Akın, Der Goldene Handschuh ile II. Dünya Savaşı sonrasındaki buhranı da karakterlerine ve arka plana iyi enjekte etmişti. Filmdeki şiddet dozu da döneme dair umutsuz atmosferi katmerliyordu.

Der Goldene Handschuh‘tan üç yıl sonra da Rheingold (Ren Altını) geldi. Bu filmin yapım süreci ise belki de kariyerindeki en zorlu süreçti. Filmin çekimleri devam ederken kendisine hayli yakın olan babasını kaybeden Akın, mental olarak farklı sınavlar vermek durumunda kaldı. Birçok yerde de çekim izinleriyle ilgili sıkıntılar yaşayan yönetmen, Rheingold‘u babası Mustafa Enver Akın’a ithaf etti.

Akın’ın Almanya’da en çok izlenen filmlerinden biri olan Rheingold, sinemasındaki göç ve kimlik temellerine döndüğü, kendisini tanımlayan kavramlara da sıkı sıkı sarıldığı bir yapım. İran-Irak Savaşı esnasında doğan ve İran’daki Humeyni rejiminden ailesiyle birlikte kaçarak  Almanya’ya göç etmek zorunda kalan Kürt asıllı Giwar Hajabi’nin biyografisi niteliğindeki film, Doğu ile Batı’yı kesiştiren bir meydan okuma hikâyesi.

Esasen Xatar’ın 2015’te yayımlanan otobiyografik kitabı Alles oder Nix‘ten esinlenen Rheingold, Giwar’ın “Xatar” olarak listeleri altüst eden bir gangsta rap sanatçısına dönüşmesini anlatıyor. 80’lerden başlayarak günümüze kadar gelen yapım, bir yanıyla da sancılı bir büyüme hikâyesi sunuyor. Yollar, sokaklar, çeteler, uyuşturucu, ayrımcılık ve hayat kavgası ekseninde kurulan film, Akın’ın çok iyi bildiği sularda geziniyor. 

Küçük bir suçludan zamanla büyük bir kartel üyesine dönüşen protagonistinin otantik yolculuğu da hikâyeyi gerçekçi ve takip edilesi kılıyor. Ayrıca  suç draması şablonuyla ve dinamik kurgusuyla parlayan Rheingold, Guy Ritchie sinemasında örneklerini çokça gördüğümüz türde bir eğlence sunmayı da başarıyor.

Bununla birlikte Akın mitolojik motifler ve metaforlar kullanarak filme boyut katıyor. İsmini Alman besteci Richard Wagner tarafından müzikli bir dram olarak kurgulanan “Nibelung Yüzüğü / Ren Altını” klasiğinden alan film, kudretle gelen laneti de işaret ediyor. 

Wagner’in bu eserinin J.R.R Tolkien’in Hobbit ve The Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi) üçlemesine de ilham kaynağı olduğunu belirtmekte yarar var. Yunan ve İskandinav mitolojilerine dayanan bu eser, Wagner’in felsefe ve tragedyalara ilgisini de ortaya koyar. Özellikle Yunan tragedyalarındaki talihin dönüşü ve değişmez yasalar esere damgasını vurur.

Akın bu mitojik motifleri de Rheingold‘a büyülü gerçekçi bir şekilde yediriyor ve filme katmanlar ekliyor. Üstelik filmde Uğur Yücel’i görmek de büyük bir keyif veriyor. Amsterdam’da yaşayan bir mafya liderini oynayan Yücel, filme renk katıyor. 

Sonuç olarak Rheingold, Akın’ın son dönemlerdeki en iyi filmi olarak karşımızda duruyor. Doğrusu sinemasal temellerine dönmüş formunda bir Fatih Akın da her koşulda izlenmeyi hak ediyor.

*Yazı, 221B’nin 39. sayısında yayımlanmıştır.

Orçun Onat Demiröz

Lisans öğrenimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Akabinde yüksek lisans için Viyana’ya gitti ve 4 yıl kadar Avusturya’da yaşadı. 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve çeşitli kültür/sanat dergilerinde, eklerde, bloglarda yazarlık yaptı. Aynı zamanda birçok ajansta da metin ve içerik yazarı olarak çalıştı. Hayatına yazar, yorumcu ve DJ olarak devam ediyor.

Önceki Hikaye

'Canavarlar: Lyle ve Erik Menendez'in Hikâyesi'nden Fragman Yayınlandı

Petros Markaris
Sonraki Hikaye

Petros Markaris: "Bugün polisiye, toplumcu ve özellikle Akdeniz'de politik bir romandır"

En Son Yazılar