Günümüz Londra’sında özel dedektiflik yapan eski polis Dylan Dog’un, yaşadığı gerçeklikle ruh hali arasında garip bir çelişki vardır. Genç ve yakışıklıdır, neredeyse haftada bir sevgili değiştirir, severek yaptığı bir işi vardır. Groucho gibi, ölüyü bile diriltebilecek neşeli bir dosta sahiptir. Tüm bunlara rağmen ebedi bir depresif, katıksız bir nevrotiktir. Oidipus kompleksine, Peter Pan sendromuna sahiptir. Büyüme korkusu ve materyalist dünyaya uyum sağlayamama anksiyetesi yaşar. Bu anksiyete nedeniyle işi intihar krizlerine kadar vardırır.
Ölüme kalmayacaktır bu dünya,
Çırılçıplak ölüler
Aydaki rüzgârdaki adamdan olacaktır;
Kemikleri tertemiz,
Ve tertemiz kemikleri yok olduğunda,
Yıldızlardan olacaktır, ayakları, dirsekleri;
Akılları başlarında olacaktır delirseler de,
Denizlere batsalar yükseleceklerdir yine;
Yok olsa da sevgililer sevgi yok olmayacaktır
Ölüme kalmayacaktır bu dünya…
Dylan Thomas (Çev. Bülent Ecevit)
Bonelli’nin Mister No ve Ken Parker’dan sonraki üçüncü ama en popüler antikahramanı Dylan Dog, yayın hayatına başladığı 1986 yılından itibaren Tex ile birlikte İtalya’nın en çok satan çizgi romanı haline gelmiştir.
Yaratıcısı Sclavi’ye bu garip adı nereden bulduğu sorulduğunda, “Dog adını hiç okumadığım, sadece kitapçı vitrininde gördüğüm bir Mickey Spillane kitabı olan ‘Dog son of…’tan esinlendim, Dylan ise her zaman hayran olduğum şair, Dylan Thomas’tan gelmektedir,” açıklamasını yapmıştı.
Bir horror opera olarak tanımlanabilecek Dylan Dog, köklerini İtalyan korku sinemasından alır. Bununla birlikte Dylan Dog serüvenlerinde polisiye öğeler sıkça kullanılır. Dylan Dog, kâbuslar dedektifi olarak tanımlansa da birçok serüvende normal bir özel dedektif gibi vakayı çözer. Basitçe Dylan Dog‘u korku-polisiye türüne katabiliriz. Dylan Dog, ülkemizde Lal Kitap tarafından yayımlanıyor.
Günümüz Londra’sında özel dedektiflik yapan eski polis Dylan’ın, yaşadığı gerçeklikle ruh hali arasında garip bir çelişki vardır. Genç ve yakışıklıdır, neredeyse haftada bir sevgili değiştirir, severek yaptığı bir işi vardır. Groucho gibi, ölüyü bile diriltebilecek neşeli bir dosta sahiptir. Tüm bunlara rağmen ebedi bir depresif, katıksız bir nevrotiktir. Oidipus kompleksine, Peter Pan sendromuna sahiptir. Büyüme korkusu ve materyalist dünyaya uyum sağlayamama anksiyetesi yaşar. Bu anksiyete nedeniyle işi intihar krizlerine kadar vardırır. Kadınların gözünde çekiciliğini artıracak bonusları (!) yükseklik korkusu, klostrofobisi ve eski bir alkolik olmasıdır. Kısacası Woody Allen filmlerinde bile bulunmayan bomba gibi nevrotiktir! Ancak bunca korkusuna rağmen güçlü bir oto-ironiye sahiptir. Korkularıyla ve kendisiyle dalga geçmeyi başarabilir. Örneğin Alfa ve Omega adlı serüvende, ajanlar tarafından kapatıldığı hücrenin havalandırma boşluğundan kaçmaya çalışırken şöyle der: “Zaten panik içinde olmasaydım rahatlıkla paniğe kapılabilirdim.”
Genelde beş parasız dolaştığından büyük bir gururla kendini loser olarak tanımlar. Sherlock Holmes gibi içe kapanıktır. Kendiyle baş başa kalmayı sever. Kitaplar, korku sineması, gemi maketi yapımı ve caz gibi yalnızlık hobileri vardır. İnsanları sevmez, hayvanlara âşıktır. Kitlesel ve avam bulduğu futbol maçlarından hoşlanmaz, “Dante’nin Cehennemi” olarak tanımladığı diskolardan nefret eder. Materyalist ve kaotik günümüz dünyasından şaşkına dönmüş bir romantik gibidir.
Eski bir alkolik olmasıyla gurur duyar. Müşterileri ona sorunlarını anlattığında, “Ben de bir zamanlar alkoliktim,” diyerek ilginç bir özgüvenle onları teselli eder. Kahramanımızın alkol kullanmadığını dünya âlem bilmekte ve neredeyse tüm müşterileri, “Bay Dog, içki içmediğinizi biliyorum ama…” cümlesini kurma zorunluluğu hissetmektedir. Şaka bir yana onun bu deneyimi, yoksulların, özellikle evsiz müptelaların halinden anlamasına ve onlara yardım etmesine vesile olmuştur. Bu nedenle Dylan onları yargılamak yerine onlara içki ısmarlayarak ödüllendirir.
Dylan öykülerinde, toplumun dışladığı bu serseriler aslında sempatik ve iyi insanlardır. Zaten Dylan öykülerinde kötü yürekli bir evsiz, fahişe, dilenci ya da ucube bulabilmek neredeyse olanaksızdır. Kötü olan normallerdir!
Toplum dışına itilmişlerden toplum sorumludur. Onlar, acımasızca kenara itilmiş ve olağanüstü ruh zenginlikleri ve duyarlılıkları anlaşılmamış bireylerdir. Toplum onları aşağılamakla kalmaz, kötü amaçları için kullanmaya çalışır ve peşlerine düşer. Fahişelerin neredeyse hepsi dosttur, iyi niyetli insanlardır, siyahların hemen hepsi erdemli insanlardır… Bu noktada Dylan’ın siyasal kimliği de açığa çıkar. O, iflah olmaz bir solcudur. Yalnız bunu birazcık abartmıştır.
Politika, Dylan’ın gözünde, yalan, namussuzluk, dolandırıcılık, silah ticareti ve şiddetten ibarettir. Olmak ya da olmamak adlı serüvende şöyle der: “Evet, pisliklerle uğraştığımı itiraf ediyorum, politika da bu sınıfa giriyor.” Ona göre kötülüğün başlıca temsilcileri siyasilerdir. Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası halktan kopmuş, yobaz peruklular topluluğudur!
Dylan’ın ilk yayımlandığı dönemlerde, günün başbakanı olan Demir Leydi lakaplı muhafazakâr Thatcher, dostumuzun sert eleştirilerinden en çok nasibini alan lider olmuştur. Dylan onu “politik vahşetin ruhu” olarak tanımlamıştır.
“Thatcher’ın en büyük suçu; acımasız vergiler, kan ve gözyaşı üzerine kurulu vahşi kapitalist politikayı uygulamak ve alt sınıfa bir darbe daha vurmak olmuştur.” (Bu satırların yazarı da o dönemde bir süreliğine Londra’da yaşadığından Dylan’a sonuna kadar katılıyor.) Golkonda adlı serüvende karşılaştığı şeytan ona şöyle der: “İngiliz halkının Thatcher’ı seçmesi de benim suçum değil herhalde!”
Dylan, sisteme başkaldıran, nevrotik bir romantiktir. Bu karşıt tavrı, genç okurlardan ve Umberto Eco gibi entelektüellerden büyük ilgi görmesini sağlamıştır (Eco’nun en çok sevdiği çizgi romandır). Ancak son dönemde öykülerde bu karşıt tavır yumuşatılmaya, Dylan biraz politicaly correct davranmaya başlamıştır. Okurdan gelen tepki üzerine Bonelli Yayınevi, Dylan Dog-Old Boy adını taşıyan maksi albümlerle Dylan’ı tekrar eski kişiliğine döndürmüştür.
Politik ileri görüşlülüğüne karşın bilim ve teknolojiye bakışı çok tutucudur. Neredeyse onlardan nefret eder. Dylan için bilim; atom bombası, ozon deliği, ileri teknoloji ürünü ölümcül silahlar, küresel ısınma ve çevre kirliliğinden ibarettir. Biliminsanlarıysa hayvanlara işkence eden, para için her türlü dolabı çeviren, sadist ve ikiyüzlü mahlûklardır. Bu aşağılık grubun üyelerinden olan doktorlar; Dylan, Groucho ve Müfettiş Bloch’un hayatlarını birçok kez kurtarsa bile bu kirli çuvala atılmaktan kurtulamamıştır.
Ah, kadınlar!
Herhalde Dylan Dog, sayfa başına birlikte olduğu kadın sayısı en fazla olan çizgi karakterdir. Mister No, onun yanında bakir bile sayılabilir. Kendini mutsuz edecek kadınlara âşık olmaya bayılır. Mutsuzluğuna, kendi kâbusuna âşık olan Dylan, bu aşkı kendine tekrar tekrar yaşatacak kadınlara kapılır. Dylan’ın kadınlarla ilişkisindeki bu yüksek skorda annesinin kimliği başlıca etkendir. Dylan her ilişkisinde annesini arar. En büyük platonik aşkı, ölümsüz yaratık Morgana aslında Dylan’ın annesidir. Dylan, Morgana’nın annesi olduğunu renkli olarak yayımlanan 100. sayıda öğrenecektir. Bu Oidipal kompleksi uzun uzun açıklayarak okuru sıkmayalım.
Dylan’ın evlendiği tek kadın Lillie Connely, İrlanda Kurtuluş Ordusu militanıdır. Bu öykü, yayının 10. yıldönümü nedeniyle renkli yayımlanan 120. sayıda (Ölüm Ayırana Dek…) anlatılır. Bu özel sayı, dostumuzun Lillie ile yaşadığı kusursuz ve trajik aşka adanır.
Koyu bir Katolik olan kızıl saçlı, güzel Lillie, İrlanda’nın bağımsızlığı için savaşır. Bir ateist olan siyah saçlı Dylan ise Scotland Yard’da çalışmaktadır! Bu enteresan Romeo ve Juliet versiyonunda aşkın gücü bütün bariyerleri yıkar ve evlenirler. Ancak kaçınılmaz son gerçekleşecek, Lillie, Scotland Yard tarafından yakalanacak ve öldürülecektir. Tex’in Lilith’i kaybettiği gibi, Dylan da hayatının aşkını kaybedecektir. Aşkının ölümünden sonra Dylan, büyük bir nefretle polislikten istifa eder, kendini şişelere verir. Artık alkolik olmuştur!
Bir fahişe olan Bree Daniels ise sinemadaki yer gösterici kızları öldüren bir katil nedeniyle kahramanımıza başvurur. Dylan hemen tutulur Bree’ye. Hatta ona evlenme teklif eder. Ancak yaşamı boyunca beş parasız olmayı ve Groucho’nun esprilerine maruz kalmayı göze alamayan Bree bu teklifi reddeder ve onu terk eder. Dostumuz bir sene sonra onu bulduğunda, Bree bir hastane odasında AIDS’ten ölmek üzeredir.
Kahramanımızın başdüşmanlarından (ya da dostlarından mı demeliyim) biri olan “Ölüm” de (Azrail) bu serüvende başrollerden birindedir. “Ölüm” Dylan’ın canını almak üzereyken Bree, Dylan’ın yaşamına karşılık kendi canını feda eder. Gözleri yaşlı Dylan, “Biz evlenmek istiyorduk,” der kadim dostu Müfettiş Bloch’a. Bloch’un yanıtı acıtıcıdır: “Sen evlenmek istiyordun! Mahvolmuş bir kadını kurtarmak isteyen kahraman rolünü oynuyordun. Yaşam, Pretty Woman filmi değil, evlat. Bree senin için değişemezdi. O bir fahişeydi ve hep öyle kalacaktı.”
Dylan’ın Marry Ann Price, Joy Freeman, Amber Cat gibi birçok kadını daha vardır. Ancak hepsini anlatmaya sayfalar yetmez. Takdir edersiniz ki yerimiz dar…
Dostlar da olmasa
Groucho; bir dost, bir asistan, espri ve ironi makinesi! Marx Kardeşlerden esinlenerek aldığı isim olan Groucho Marx, bu sevimli adamın gerçek ismi değildir tabii ki. Gerçek adı Julias Zaccaria olan dostumuz, kaybeden (loser) eski bir aktör bozuntusudur. Dylan ile tanışınca hayatı hızlı bir şekilde değişir. Birdenbire kendini asistan, kâhya, uşak, temizlikçi olarak bulur. Ancak en önemlisi, Dylan’ı, girdiği derin depresyonlarda bile güldürebilen tek canlıdır. İnanılmaz bir espri yeteneği vardır. Dylan öykülerinin ana teması korkunun üzerine komedi sosu dökerek maceraları daha lezzetli bir hale getirir. Onun çılgın sözleri ve espri yeteneği, en tehlikeli anlarda bile gerilimi düşürür.
Groucho’nun en önemli görevi, patronunu izlemek ve tehlike anında ona tabancasını fırlatmaktır. Sadık okurlar, bilmem kaç kez “Patron, tabanca!” sözünü duymuştur, tanrı bilir. Başlangıç öykülerinde bir figüran ya da bir dekor gibi duran Groucho, öyküler ilerledikçe artan bir ağırlığa sahip olur. Bunda okurların onu çok sevmesinin de katkısı vardır kuşkusuz. Bu satırların yazarı da Groucho olmasaydı bu çizgi romanı bu kadar sevebilir miydim, diye düşünür.
Groucho’nun varlığı Dylan öykülerine çok şey katar. Öncelikle bazı öykülerde yaşanan yüksek dozlu şiddeti yumuşatır ve azaltır. Öykü kurgularında kimi zaman ortaya çıkan yavanlığı önler. Sürekli yaptığı esprilerle ve komik konuşmalarla çoğunluğu erişkin olan Dylan okurlarını gündelik yaşamın stresinden bir parça da olsa uzaklaştırır. Dylan’ın kimi zaman kabak tadı veren politically correct tavrına inat, sivri-hoş (bazen ırkçı ve ayrımcı) espriler yapar.
Dylan ile Groucho’nun tanışmaları yine 120. sayıda anlatılır. Bir Bobby (İngiltere’de şehir polisine verilen iyi niyetli argo tanımlama) olan Dylan, bir sokak gösterisi sırasında eylemcilerden biri sandığı Groucho’yu göz altına almak ister. Groucho, orada niye bulunduğunu ve garip kıyafetle dolaştığını ona şöyle anlatır: “Ben bir aktörüm. Komünizmin doğuşunu anlatan bir film çekiyorum. Castta senin de olduğunu bilmiyordum,” der. Ve devam eder: “Gördüğüm yüzleri unutmam ama senin için ayrıcalık yapacağım.” Ancak Groucho, Dylan’ı unutmayacak ve bir daha yanından ayrılmayacaktır.
Müfettiş Bloch, Dylan için bir öğretmen-baba figürüdür. Grafik yaratımında Fransız aktör Robert Morley’den yararlanılmış olsa da bazen Alfred Hitchcock’u anımsatır. Bloch da Hercule Poirot ya da Maigret gibi eski-güzel zamanların müfettiş tipidir. Ateş etmekten çok, düşünmeyi ve araştırmayı sever. Olayları raporlar okuyarak, bağlantılar kurarak, analiz yaparak çözmeyi tercih eder. Dylan gibi o da şiddetten hoşlanmaz, ırkçılıktan nefret eder, somut kanıt olmadan kimseyi suçlamaz, içeri tıkmaz… Hemen her macerada emekliliğinin yanmasından kaygılanır. Kanlı bir olayla karşılaşınca kusar ya da bayılır. Sık sık işe yaramaz bir adam olduğunu düşünür. Çok yalnız bir insandır ve neredeyse yalnızca mesleği için yaşar. Dylan içinse her zaman, omzunda ağlanacak güvenilir bir dost-baba olarak kalacaktır.
Sokak köpeği Botolo, Dylan’ın dostları içinde en sevimli olanıdır. Son derece zeki ve yardımsever bir hayvandır. Birçok serüvende Dylan’ı koruma görevini üstlenmiştir. Bloch’un yardımcısı sakar Jerkins ve egzantirik biliminsanı H.G. Wells, Dylan’ın diğer kayda değer dostlarıdır.
Başarısının ardındaki sır
Dylan Dog, Dracula ve Frankenstein gibi korku edebiyatından çok, Dario Argento ve Georgio Romero sinemasından ve polisiye romanlardan izler taşır. İçerdiği komedi ve ironi temalarıyla klasik “gotik korku” türünden ayrılır. ,
Dylan’ın romantik, kırılgan, duygusal kimliğiyle, karşısına çıkan zombilerin, vampirlerin, hortlakların ve bilumum ucubelerin ürkütücü kimliği sevimli bir çelişki oluşturur. Fazlasıyla insan olan bu kahramanın korkunç yaratıklarla başa çıkabilmesi okurun çok hoşuna gitmiş, kendisini bu çizgi roman karakteriyle özdeşleştirebilmesini sağlamıştır.
Nevrotik-depresif kimliği, modern insanın kimliğidir aynı zamanda. Kendi varlığıyla yüzleşen, varlığının anlamını sorgulayan günümüz insanıdır. Sürekli yapıp bozduğu ve yeniden yapmaya başladığı gemi maketi gibi dalgalı ve kırılgan bir yaşamı ve sürekli girip çıktığı, duygusal açmazları vardır. Dylan’ın bir entelektüel olduğu söylenemezse de Sclavi’nin öykülerinin güçlü bir mizah ve sofistik kurguya sahip olması eserin başarısını artırmıştır. Dylan’ın alabildiğine duygusal, romantik bir insan olması, ucubelere, korkutucu yaratıklara bile hümanist bir görgüyle yaklaşması okuru sarsmıştır. Onun bu duygusal derinliği, saflığı ve kırılganlığı, kadın okurları da etkilemiş ve hatırı sayılır bir okur kitlesine sahip olmuştur.
Tüm bunların ötesinde sıradışı ve olağanüstü yetenekli bir yazar olan Sclavi’nin karmaşık ve parıltılı senaryoları ve büyük yeteneği, edebi tatlar da taşıyan zengin bir çizgi roman yarattı. Bu başarı sonunda Dylan Dog‘u İtalya’nın en popüler çizgi romanı haline getirdi.