Yasin Uzun’dan İkinci Roman: Babil’in Hayaletleri

//
12 dakikalık okuma

Yasin Uzun 2018 yılında yayımlanan ilk romanı Bir Dosya Üç Cinayet’ten sonra serinin ikinci kitabı Babil’in Hayaletleri ile aramıza döndü. 

İlk romanı mutlu sayılabilecek bir sonla bitirmiştik. En azından Hector için. İçindeki huzursuzluğu gidermiş ve polis teşkilatından ayrılmaya karar vermişti. Ne oldu da Hector geri döndü?

İlk kitap büyük oranda Hector’un arınma çabasıyla ve iyi ya da kötü aldığı kararlarla şekillenmişti. Ancak kitabın sonunda Hector ve kız arkadaşı Katie’yi her şeyi geride bırakıp yeni bir hayat kurma konusunda kararlı bir noktada bırakmıştık. Babil’in Hayaletleri bundan sadece birkaç ay sonrasında, Aralık 2015’te başlıyor. Ayrıldığı polis teşkilatına bu kadar kısa bir sürede dönmesi şaşırtıcı. Dürüst olmak gerekirse giderken o kadar kararlıydı ki bu benim için bile biraz sürpriz oldu. Daha uzun bir dönüş süreci hayal ediyordum ama bazı olaylar o kadar ciddi kırılmalar yaratıyor ki hayatınızın akışı bir anda farklı bir yöne evriliyor. Hector da böyle bir olay yaşayarak geri dönüyor. İlk kitapta kendini affetmek için seçtiği yol suçluları cezalandırmaktı. Arındığını hissettiği noktada da doğal olarak ilk refleksi kandan uzaklaşmak oldu.

Ama işler pek planladığı gibi gitmiyor, değil mi? 

Kesinlikle. Polis teşkilatından ayrılarak gelişmekte olan ülkelere kalkınma danışmanlığı veren bir şirkete giriyor. Afrika’daki tecrübesinden dolayı da ilk adresi Senegal oluyor. Burada yaşadığı olayın önemi sadece yeni bir cinayet olması değil. Hector, kaderini sorgulamaya başlıyor. Yani, kararlı bir şekilde kendisine çizdiği yeni yolu yürüme şansının olmadığını düşünmeye başlıyor. İçinde giderek büyüyen bir teslim olma hissine şahit oluyoruz. Özetle, kendini hayatının geri kalanında tetiği çekmek zorunda kalacak olan insan olarak kabullenmeye çalışıyor. 

İkinci kitapta da kafası karışık bir Hector görüyoruz o zaman…

Evet, ikinci kitapta Hector’un için en ciddi sınav bu kabullenme duygusuyla yaşadığı savaş oluyor. Açıkcası bu ikilemleri deşmeyi seviyorum. Sosyal psikolojide “Bilişsel Uyumsuzluk” olarak anılan bu olguyla hepimizin zaman zaman karşılaştığını düşünüyorum. Kısaca bir insanın duygu, değer ve davranışları arasında bir uyumsuzluk olduğunda yaşadığı psikolojik stres diye özetleyebiliriz. Ve ilginç olan şu ki beklediğimizin aksine bu uyumsuzluk ortaya çıktığında bazen davranışlarımız sahip olduğumuz değer ve inançları değiştirebiliyor. Hector için de benzer bir durum söz konusu. Yaşadığı travmatik olay onu değerlerini sorgulamaya itiyor. Aslında benzer bir durum kitaptaki diğer ana karakter olan Luka için de geçerli.

Yeri gelmişken biraz da Luka’yı konuşalım. Onun hikayesi Hector’unkinden çok daha uzun. 

Evet. Luka, soğuk savaştan kalma bir hayalet. Sovyetlerin istihbarat servisi KGB’nin gururlu ve milliyetçi ajanlarından birisi. Ancak Sovyetlerin dağılmasıyla o da hiç beklemediği yeni bir yolculuğa çıkıyor. Bu pek seçmediği ve istemediği yol, onun karakterini ve inançlarını ve mecburen davranışlarını yıllar içerisinde değiştirmesine yol açıyor. Bir bakıma Hector’un ikinci kitapta karşı karşıya kaldığı yol ayrımı, yıllar sonra onu ne kadar farklı bir hayata sürükleyebileceğine dair bir ipucu ve uyarı mahiyetinde. Luka’yı Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmenlerin çocuklarını kaçırırken tanıyoruz. Sonrasında daha büyük bir hesaplaşmanın parçası haline gelişini izliyoruz. 

Göçmenlerin bu hikayeyle ilişkisi nedir tam olarak?

Aslında Babil’in Hayaletleri tamamen göçmenlerin hikayelerinin üzerine kurulu. Bu kitabın ortaya çıkışı 2017 yılında okuduğum bir habere dayanıyor. O dönem açıklanan resmi bir raporda 10 bin göçmen çocuğun kaybolduğu açıklanmıştı. Bu çok trajik bir sayı. Biraz araştırma yapınca Avrupa’daki mafyaların, diğer adli suçlardan daha karlı olduğu için çocuk kaçırmaya geçiş yaptığını öğrendim. Ülkemizin de bu kadar içerisinde yer aldığı bir drama kayıtsız kalamadım. Kitabın ismi de göçmenlerin hikayesinden geliyor. Malum, kutsal kitaplarda Babil Kulesine atıflar var. Kuleyi yapan insanlar farklı diller konuşmaya başlıyor ve kule tamamlanamıyor. Dil konusu bu tür uluslararası yolculuklarda biraz göz ardı edilen bir konu.

Afganistan’dan Nijerya’ya kadar farklı ülkelerden gelen çaresiz insanların bir arada yolculuğuna şahit oluyoruz. Bu kadar zor bir yolculuk iş birliği yapmadan nasıl tamamlanabilir? Ancak ortak dil eksik kalan tek şey birbirini anlamak yeteneği değil. Birbirine güvenmek daha büyük bir sorun. Kitapta bu ortak dili ve güveni inşa etmeye çalışan ve küçük Arya’nın Konuşanlar adını taktığı çekirdek ekip yüzlerce göçmene liderlik etmeye çalışıyor. Bu grubun içinde sadece çocuklarının hayatını kurtarmaya çalışan insanlar olduğu gibi ajanlar, IŞİD militanları ve diğerleri de var. Yani bu yolculuk hem Soğuk Savaşın hayaletleri hem de Babil Kulesinden farklı bir hikaye yazmaya çalışan Babillilerin hikayesi haline geldi. 

Kitapta göçmenlerin yaşadığı mücadele detaylı bir şekilde anlatılıyor. Türkiye’den Midilli Adası’na geçiş ile başlayarak Balkanlar üzerinden Macaristan’a kadar ilerliyorlar. Neden bu kadar detaya girmeye ihtiyaç duydunuz?

Temel neden ilk kitaptakine benzer bir çabayla hikayeyi gerçek olaylara dayandırma isteğimdi. İlk kitapta ABD’nin dünya çapında yürüttüğü operasyonlar, Irak Savaşı ve Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerlerine yönelik özellikle Afrika’daki tecavüz suçlamaları gibi konular hep arka planda yer alıyordu. Bu sefer gerçek hikayeleri biraz daha öne çıkardım diyebilirim. Göçmenlerin kullandıkları rotalar, kamplarda yaşadıkları zorluklar, polisler ve mafyanın sürekli para koparma çabası ve gittikleri her yerde insanlık dışı bir muamele.

Bu o kadar güçlü bir hikayeydi ki kurguya ciddi anlamda yön vermeye başladı ve ana karakterlerin kovalamacası bu kalabalığın içerisinde şekillendi. Gerçek olaylara sadık kalmaya çalıştığım diğer bir zorlu alan ise soğuk savaş oldu. Bu  konudaki tüm fikirlerim daha önce sadece filmlerde gördüklerimle şekillenmişti. Ciddi bir bilgim yoktu. Ancak Luka’nın hikayesini derinleştirmek istediğimde kendimi Sovyetler Birliği’nin dağıldığı birkaç günlük olayların içerisinde buldum. Bu kısacık dönemi anlayabilmek ve anlatabilmek için de ciddi bir araştırma yapmam gerekti. 

Bugüne dönersek, sence ilk kitapla Babil’in Hayaletleri arasındaki en büyük farklar neler?

İlk kitap benim için tamamen yeni bir deneyimdi. Hayatımda ilk kez bu kadar uzun bir metin üzerinde çalıştım. Karakter oluşturmadan, sahne anlatımına kadar birçok konuyu bir taraftan öğrenirken bir taraftan yazmaya çalışıyordum. İlk kitaptaki şansım ilk editörüm Pınar Sayar Kızılçalı ile tüm romanı satır satır okuyarak tartışma fırsatı bulmamdı. 

Babil’in Hayaletleri ile ilgili en sık duyduğum yorumlar hikayeyi takip etmenin daha kolay olması ve kurgunun içine yerleştiği gerçek hikayelerin daha etkileyici olması. Bu kitapta daha az sayıda karakter kısa bir zaman diliminde deyim yerindeyse heyecan düzeyi azalmadan bir kovalamacanın içerisine düşüyorlar. Ayrıca, Avrupa’nın göçmenlere yaklaşımından IŞID terör örgütüne kadar 2015 yılında yaşanmış birçok olay karakterlerimizin yolculuklarına etki ediyor. Sanırım bu da gerçeklik hissini artırıyor. 

Kendi hayatından yansımalar da var mı içinde?

İlk kitabı 2015-16 yıllarında Londra’da yüksek lisans yaparken kaleme almıştım. Biraz da bu yüzden karakterler Londra’yı sokak sokak geziyordu. İkinci kitabı Ticaret Bakanlığı’nda çok yoğun bir iş temposuyla çalışırken yazdım. İş tecrübesi anlamında benim için çok heyecanlı ama bir o kadar da yorucu bir dönemde ilk kitaptan çok daha fazla araştırma gerektiren bir hikayeyi tamamlamaya çalıştım. Ama dönüp baktığımda ayakları daha yere basan bir hikaye var elimizde.

Son iki yıldır davranış bilimleri üzerinde çok kafa yordum diyebilirim. Bunun belki de en belirgin yansıması Kozmos lakaplı Jörg karakteri. Hector ve Jörg’ün diyaloglarında sosyal normlar ve içgüdülerimizle karar alma şeklimizden Görünmez Goril deneyine kadar sinir bilimi ve sosyal psikoloji literatüründen birçok örnek yer alıyor. Son olarak yıllardır, haberlerde kendine her zaman yer bulamasa da, devam eden göçmen sorununun bu kadar içinde bir ülkede yaşamanın da hikayeyi etkilediği muhakkak. 

Yasin Uzun’la ilk romanı üzerine gerçekleştirdiğimiz röportajı buradan okuyabilirsiniz.

Editör

Türkiye'nin ilk ve tek polisiye kültür dergisi.

Önceki Hikaye

ITW Thriller Ödülleri'nin Kazananları Açıklandı

Sonraki Hikaye

William Faulkner’ın Polisiye Öykülerini Bir Araya Getiren İki Hamlede Zafer Yayımlandı

En Son Yazılar