Fransız avukat ve gastronomi uzmanı Jean Anthelme Brillat-Savarin şöyle söyler: “Bana ne yediğini söyle, sana ne olduğunu söyleyeyim.” Brillat-Savarin aslında yiyip içtiklerimizin fiziksel ve zihinsel sağlığımız üzerindeki etkilerini vurgulamaya çalışır. Tabii şunu da unutmamak gerekir ki, yeme içme kültürün bir parçasıdır ve dolayısıyla bir noktaya kadar ekonomik durumumuzun ve zevklerimizin de bir göstergesidir. Sherlock Holmes gibi ünlü bir dedektifi tanımak ya da tanımlamak için sadece yiyip içtiklerini incelemek yetmez elbette ancak her hareketini mantık çerçevesinde oluşturan büyük dedektifin günlük yaşamı hakkında değerli ipuçları sağlayabilir.
Kişiliği, davranışları ve alışkanlıkları psikoloji bilimi için ilginç bir araştırma alanı haline gelen Holmes’ü daha iyi anlayabilmek adına belki de iki ayırım üzerinden ilerlemek gerekir: Birincisi, ilgisini çekecek bir vaka bekleyen Holmes. Bu durumda her anlamda karamsar bir havaya bürünür. Çünkü ona çözmesi gereken, mümkünse en karmaşık problem lazımdır. Sherlock
Sherlock Holmes’ün zihni “durağanlığa isyan” eder, “var olmanın sıkıcı rutini”nden iğrenir. İkincisi, aklında bir vaka olan Holmes, ki bu durumda kendisi canlı, enerjik ve tamamen olaya konsantredir. Holmes’ün görülmeyeni görme ve bilinmeyeni anlama sihri de işte böyle zamanlarda işler ve bir vakayla meşgul olduğunda ortaya çıkan insanüstü özelliklerine bir de günlerce hiçbir şey yemeden hayatına devam edebilmesi eklenir.
“Ben bir beyinim Watson, o nedenle düşünmem gereken tek şey de beynim.”
“Arkadaşım bu sabah kahvaltı yapmadı. Böyle yoğun zamanlarda kendisini yemekten yoksun bırakması onun en garip huylarından biriydi,” der Watson. Arkadaşının, sağlığından duyduğu endişeyi dile getirmesi üzerine her daim mantıkçı Holmes’ün cevabı şudur: “Şu an için enerjimi ve sinirsel güçlerimi sindirim için harcayamam.” Başka bir macerasında sofranın ne zaman hazırlanmasını istediğini soran Bayan Hudson’a cevabı “yarından sonraki gün akşam yedide”dir. Ve burada da soran gözlerle bakan Watson’a biraz daha detaylı anlatır meseleyi: “Senin bir doktor olarak iyi bilmen gerekir ki sindirim sistemi beyin için gerekli olan kanın çoğunu meşgul eder. Ben bir beyinim Watson, o nedenle düşünmem gereken tek şey de beynim.” Sherlock Holmes’ün her açıklamasından sonra olduğu gibi, Watson burada da daha mantıklı bir antitez sunamaz.
Holmes’ün “iştahının açık olması başarısının göstergesidir.” Ağzı kızarmış ekmekle dolu, haylazlıktan parlayan gözleriyle yöntemleri karşısında afallayan Watson’ı izler. Özellikle kahvaltıdan zevk alır Holmes. Zaten Viktorya dönemi de sağlıklı ve doyurucu kahvaltı öğünüyle meşhurdur. Jambon, domuz pastırması, yumurta, kızarmış ekmek, kahve ya da çay. Bayan Hudson bazen köri soslu tavuk hazırlar. Holmes, Bayan Hudson’ın mutfak bilgisinin biraz sınırlı olduğunu ama bir İskoç kadınına göre çok iyi kahvaltı hazırladığını belirtir.
Sherlock Holmes nitelikli bir sofranın nelerden oluşması gerektiğini çok iyi bilir.
Holmes’ün keyifli bir akşam yemeği için uygun bir arkadaş olmadığı zannedilmesin. Karmaşık dehasını tatmin eden bir çözüme ulaşmışsa istiridye ve orman tavuğu eşliğinde saatlerce ortaçağ piyeslerinden, şiirlerden, Stradivarius kemanlardan, Budizm’den ve geleceğin savaş gemilerinden bahseder. Genellikle av kuşlarını sever, keklik yer ve hatta bir keresinde gizemli bir şekilde eline ulaşan kazı ziyan etmektense yemeyi tercih eder. Nitelikli bir sofranın nelerden oluşması gerektiğini çok iyi bilir. Özel bir misafiri için çulluk, sülün ve kaz ciğeri ezmeli turta hazırlatır, tabii örümcek ağlarıyla kaplı birkaç şişe şarap eşliğinde.
Sherlock Holmes zevkli bir alkol tüketicisidir, Bordo şarabı eşliğinde Paganini’den bahseder, Watson’la başarılarını kutlar, bir şişe Burgonya şarabına asla hayır demez ancak hiçbir zaman aşırıya kaçmaz. Yunan Tercüman hikâyesinde büyükannesinin Fransız ressam Vernet’in kız kardeşi olduğunu söyler. Belki de damarlarında dolaşan Fransız kanı onu şarap hakkında uzman kılmıştır, kim bilir. Ancak bunu bir gösteriş malzemesi haline getirmez. Hali vakti yerinde her Viktoryan beyefendinin mahzeninde bulunabilecek şaraplarla böbürlenecek kadar maddiyata önem veren biri değildir Holmes. Nitekim hikâyelerde sadece üç şarap ismi geçer: Montrachet, Beaune ve Tokay. Bunlardan ilk ikisi Burgonya şarabıdır, ikisi de Beaune Sahili’nden gelir. Montrachet beyaz şaraptır, Beaune da bölgeye ait kırmızı ya da beyaz şaraplara verilen addır. Holmes’ün Watson’dan bir kadeh daha isterken olağanüstü bir şarap olarak adlandırdığı Imperial Tokay, Macaristan’ın Tokaji bölgesinden gelir.
Amerikalılar viskiyi sek yudumlarken İngilizler soda ya da suyla içer.
Bunların dışında şarapların isimlerinden ya da kalitelerinden çok bahsedilmemesi dönemin kaotik Avrupa şarap pazarını göz önüne alırsak akıllıca bir seçimdir. Çünkü 19. yüzyıl sonlarında Avrupa’daki şarap üreticileri, haşerelerden kaynaklanan hastalıklarla ilgili sorun yaşıyorlardı. O yıllarda üretilen rekoltelerde kalite problemlerine yol açan bu sorun, 1880’lerin sonunda biliminsanları çözüm üretene kadar devam etti.
Holmes’ün içtikleri şarapla sınırlı değildir, viskiyi de çok sever. Amerikalılar viskiyi sek yudumlarken İngilizler soda ya da suyla içer. Holmes’ün tercihi de sodadan yanadır ve hatta dairesinde “gasogene” olarak bilinen bir soda makinesi vardır. Basitçe üst üste yerleştirilmiş iki cam küreden oluşan mekanizmanın alt küresinde su, üst küresinde de etkileşime girerek karbondioksit üreten tartarik asit ve sodyum bikarbonat bulunur. Oluşan gaz, alt küredeki suyu bir tüp aracılığıyla yukarı taşır.
Yerel barlarda vurduğu sol kroşeyi zevkle ve gururla anlatan biridir Sherlock Holmes
Holmes bazen de bir şık bir İtalyan restoranında yemek yedikten sonra olgunlaşmamış portakal kabuklarından yapılan, bir zamanlar yemek sonrası içilen likör olarak ünlenen Curaçao likörü eşliğinde kahve içer. Hikâyelerde Brandy de sık sık geçer ancak bu içki genelde tıbbi müdahale gerekli olduğunda kullanılır, şok geçiren ya da bayılan birine içirilir örneğin. Holmes de yorgun ve zayıf düştüğünü söyleyerek Brandy’e uzanır.
Sherlock Holmes’ün içki seçimlerinin sadece temiz ve elit bir beyefendi portresi çizmesine hizmet ettiği gelmesin aklınıza. Holmes işi gereği hayatın her yerinde her çeşit insanla muhatap olmak durumundadır. Ayrıca boksla ilgilenir ve bu alanda epey başarılıdır. Yerel barlarda vurduğu sol kroşeyi zevkle ve gururla anlatan biridir Sherlock Holmes. Fiziksel gücüyle Viktorya dönemine hâkim maskülen kültürün somut bir örneğidir ve dolayısıyla o da çağdaşları gibi koca bir bardak İngiliz birasını keyifle yudumlar. Holmes’ün yerel barlarda bulunma sebebi çoğu zaman uğraştığı vakayla ilgili bir ipucu bulmaktır çünkü ona göre bu mekânlar dedikodunun döndüğü yerlerdir. Holmes zor vakalarının çoğunu da alkol kültürüne dair bilgisiyle çözer zaten. Dokunulmamış viski bardağı, parçalanmış mantar bir tıpa, anahtar deliğinin etrafındaki çizikler, hangi şarabın hangi otelde kaç para olduğu… Holmes’ün bu bilgilere tecrübenin dışında vâkıf olması pek de olası değildir.
221B’nin ilk sayısında yayımlanmıştır.