Başta sadece güzelliğiyle değerlendirilmişti. Bu yargıyı kırmak için çok çabaladı, başardı da… The Bridge dizisinin asperger sendromlu dedektifi Diane Kruger, son polisiyesi The Infiltrator‘da keskin ve çok başarılı. Kruger, gelecek yıl gösterime girecek Fatih Akın imzalı In the Fade‘le kalıpların iyice dışına çıkıyor…
2006’da New York Times’ta çıkan bir makalede “O kadar güzel ki her role bürünecek potansiyeli yok” minvalinde bir eleştiri çıkmıştı Diane Kruger hakkında. Truva filmi dönemiydi, hani Almanya doğumlu aktrisin Tanrıça Helen’i canlandırdığı Brad Pitt’li, Orlando Bloom ile büyük prodüksiyon.
Üzerinden 10 yıl geçti, Kruger neredeyse 30 filmde rol aldı ama bu yazı hatırlatıldığında hâlâ kızgın: “Ne kadar kibirli ve aptalca bir yorumdu” diyor Kruger. O aptal değil ama: “O zaman beni çok etkilemişti bu. ‘Neden böyle yapıyorlar ki? Neden görünüşüme odaklanıyorlar sadece? Neden işimle ilgilenmiyorlar?’ diye düşünmüştüm. Eleştirileri okumamak ilk çözümdü ve daha sıkı çalışmak. Sonuçta ‘Canları cehenneme’ dedim. Onlara derinliğimi, iyi iş çıkarabileceğimi gösterecektim.”
The Bridge’ten The Infiltrator’a
Gösterdi de… Bugün 40 yaşında olan Kruger, kariyerine Quentin Tarantino imzalı Inglourious Basterds, Farewell, My Queen, The Better Angels, Unknown gibi önemli filmler, Saga Noren’li Bron/Broen‘in ABD uyarlaması polisiye dizi Bridge gibi yapımlar sığdırdı. Hayatını ikiye bölmüş durumda. Genellikle Paris’te. Bazılarının yapımcılığını da üstlendiği bağımsız filmlerde oynuyor. Yılın belli bölümündeyse ABD’de yaşıyor. Burada da yüksek bütçeli yapımlarda görüyoruz kendisini. Son filmi, Breaking Bad‘den tanıdığımız Bryan Cranston ile başrolü üstlendiği gerçek bir öyküye dayanan The Infiltrator. Kruger, uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın karteline sızan gümrük memuru Bob Mazur’un (Cranston) eşi çaylak ajan Kathy Ertz rolünde.
Balerin olacakken…
İlginç bir kariyer öyküsü var Kruger’in. Almanya’nın Honnever kenti yakınlarında büyüyen oyuncu, aslında balerin olacakmış. Londra’da Kraliyet Bale Akademisi’nde eğitimi sürerken yaşadığı diz sakatlığı hayallerini yıkmış. Bundan bir hayat dersi çıkardığını söylüyor Kruger, “Bende baş balerin olacak yetenek yoktu” itirafıyla birlikte: “O dönem depresyona girmiştim. 1 yıl devam etti süreç. Hayatta her istediğimize sahip olamayacağımızı gördüm bu sayede. Bu da beni biraz dolambaçlı da olsa oyunculuğa yönlendirdi.”
Kruger, 15’inde modellik kariyerine adım attı sonrasında. Cindy Crawford ve Gisele Bündchen’in parladığı dönem. Onlar kadar olmasa da bayağı ünlüydü camiada. Paris’e yerleşti. Aklı modellikte değildi aslında: “Boyum yeteri kadar uzun değildi. Mankene de benzemiyordum bence. İyi hissetmiyordum. Kendime eziyet ediyordum. İç sesim ‘Neden bunu yapıyorsun ki?’ diye sordu, o andan sonra hayatım güzelleşti.”
Bryan Cranston hayranı
20’li yaşlarının ortasında oyunculuk kariyerine başlayan Alman aktrisin ilk büyük filmi Truva‘ydı. Sonrasını herkes biliyor zaten. Yukarıda değindiğimiz The Infiltrator’da Bryan Cranston ile başrolü paylaşmasını önemsiyor: “Breaking Bad’de yaptığı işin hayranıydım. Onunla çalışmak istemeyecek kimse olduğunu düşünmüyorum. O, karakter oyunculuğundan sinema yıldızına dönüşen bir isim. Bu, çok sık olmaz. Bryan Cranston bugüne kadar çalıştığım en iyi aktörlerden biri.”
“En baba işi” olabilir mi?
“En baba işin yakında beni bulacağına inanıyorum. Bunu hissediyorum” diyen Diane Kruger, iki yeni filmle beyazperdede olacak gelecek yıl. Birinde Catherine Deneuve’ün kızını canlandıran aktris, Fatih Akın filmi In the Fade‘in de başrolünde. Kruger’ın “En baba işim” dediği bu olabilir mi? Oyuncu, “Çok fazla konuşmak istemem ama canlandırdığım karakter, fiziksel özellikleriyle çok farklı. Bir dönüşümden geçiyorum adeta. Şimdiye kadar bir film çekerken hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Her gece rüyalarıma giriyor. Aynı zamanda bir gülme istediği uyandırıyor bende.” diyor.
Belki de bu filmden sonra kimse onu sadece güzelliğiyle değerlendirmez…
The Guardian’dan derlenmiştir…