İtalyan polisiyesinin son dönem önemli yazarlarından birisi hiç şüphesiz Donato Carrisi‘dir. Ülkemizde de ilk polisiye romanı Suflör (Il Suggeritore, Pegasus, çeviren Sema Savaş, 2014) ile ilgi toplayan ve diğer eserleri de beğenilerek takip edilen ve şimdilik dilimize dört kitabı çevrilen Carrisi, sadece bir polisiye yazarı değil, aynı zamanda iyi bir senarist. Pek çok filme senaryo açısından katkı veren Donato Carrisi’nin edebi eserlerinde öne çıkan ise polisiye ve gerilim arasında ince çizgide ilerleyen bir anlatım.
Eğitimine istinaden -Carrisi hem hukuk hem de kriminoloji eğitimi almış- İtalyan yazarın romanlarında yerinde bir detaycılık hâkimdir, diğer bir deyişle olayları mantık çerçevesine doğru ve uygun bir şekilde oturtarak polisiyenin temel kurallarından olan aklın/mantığın üstünlüğü ilkesinin peşi sıra ilerler.
Eserlerinde çok katmanlı, sıradışı karakterlerin işlendiği polisiye olaylar anlatan Carrisi’nin romanlarının en önemli özelliği belki de sinematografik açıdan çok zengin olmalarıdır. Nitekim İtalyan yazarın her bir sahneyi tasvir ederken aynı zamanda o sahnenin beyazperdeye nasıl uyarlanacağını, nasıl yansıtılacağını düşündüğünü de söylemek abartı olmaz.
Donato Carrisi kendisiyle yapılan farklı röportajlarda bu konuya özellikle değinir ve esas olarak sinema anlatım teknikleri ile edebiyat arasında bir denge, bir ortalık kurmaya çalıştığını da vurgular. Bu nedenle Carrisi’nin polisiye anlayışı klasik polisiye edebiyatın çizgilerinin dışında, daha çok görsel sanatlar ve günümüz dünyasının göstergeler etrafında şekillenen düşünce yapısıyla ilişki içerisindedir. Ancak en önemli nokta suç olgusuna yaklaşımıdır. Eserlerinde yer verdiği suçlar iki taraflı bir anlam barındırırken kimi zaman karakterlerin yaşantısında ve ruhunda mevcut dilemmaların da işaretçileri olarak görülebilirler: Bu nedenledir ki, profesyonel anlamda kriminoloji eğitimi almış bir yazar olarak, Donato Carrisi’nin suça yaklaşımı belirleyici rol oynar. Öyle ki Carrisi romanlarında suç ve suçlu, görünen anlamlarının ötesinde figüratif anlatımlar ve alımlamalar için de önemlidir.
Donato Carrisi’nin 2011 yılında Longanesi tarafından yayımlanan Il tiribunale delle anime (Ruhlar Mahkemesi, Pegasus, çeviren Sema Savaş, 2019) İtalyan yazarın en çok ilgi uyandıran romanlarındandır. İlk aşamada tek bir roman olarak düşünülen ancak sonraları üçlemeye dönüşen -Marcus ve Sandra Üçlemesi/Serisi- temelde Roma’yı arka plana alan ve pek çok farklı olayın birbirine bağlandığı bir polisiye roman.
İtalyan polisiye edebiyatının en çok satan ve güncelde en çok ilgi çeken yazarlarından biri olarak Carrisi, Ruhlar Mahkemesi’nde bir seri katil hikâyesi sunar. Ancak sıradan anlatının çok ötesinde, zaman zaman başkahramanların bile yer değiştirdiği, polisiye açısından doyurucu bir romandır sözkonusu olan. Bu noktada, karakter geçişlerini etkili şekilde verebilmek adına, yazarın anlatı tarzında sıklıkla “flashback”lere yer verdiğini belirtmek gerekir.
Ruhlar Mahkemesi’nde Carrisi, kötülük-iyilik sarmalında sıkışmış başkarakterler olan Marcus ve Sandra’nın hikâyelerine odaklanır. İlk bakışta birbirinden tamamıyla farklı olan bu iki karakter, ilmek ilmek ilerleyen bir macerada kendilerini bulur: Bir yanda Roma’da kaçırılan bir genç kızın hikâyesi ve esas olarak bir rahip olan (en azından ilk aşamada) Marcus’un dedektif edasıyla olayı araştırması, öte yanda kocasını kaybeden Milanolu olay yeri uzmanı Sandra’nın araştırmaları neticesinde Roma’ya yolunun düşmesi. Bu iki farklı olayın meydana getirdiği ana olay örgüsünde, farklı kollara ayrılan farklı intikam ve cinayet hikâyeleri. Ne var ki her birinde ortak sorular mevcuttur: Kötü nedir? Kötülük engellenebilir mi? İyi nedir? İyilik ve kötülük nasıl bir dengede buluşur?
Bu eser özelinde, İtalyan yazarın polisiye örgüyü oldukça iyi kurduğunu söylemek mümkün. Özellikle karakterlerin olaylar karşısında tepkileri aracılığıyla verilen ipuçları, romanın ritmini her daim koruyan unsurların başında gelir. Bununla birlikte bir başka önemli ritim unsurunu da Carrisi’nin mekânları kullanmasında görmekteyiz.
Donato Carrisi her bir mekânı, olay örgüsünün elzem bir parçası haline getirerek anlatımını kuvvetlendirir. Öyle ki Carrisi, ebedi şehir Roma’yı eserin ana karakterlerinden biri haline getirir. Özellikle romanın gerilim düzeyinin arttığı noktalarda İtalyan yazar, Roma’nın gerçek mekânlarını birer şekillendirici unsur ve olayların çerçevesini çizen bir sınır olarak kullanır. Belirtmek gerekir ki Carrisi mekânların yüzeysel ve bilinen anlamlarının (hatta turistik meraklara konu olan niteliklerinin) ötesinde figüratif ve tarihsel bağlamları da kullanarak olaylara derinlik katar, tıpkı “Biblioteca Angelica”da olduğu gibi, tıpkı “Via Veneto”da olduğu gibi…
Üçlemenin ilk kitabı Ruhlar Mahkemesi oldukça büyük bir merak unsuru etrafında gelişir. Roma’nın ve Vatikan’ın eklektik bağını suç düşüncesi çerçevesinde işleyen Donato Carrisi’nin tarihi ve günümüzü birbirine oldukça iyi bağladığını söylemek mümkündür. Özellikle sinema geleneğine aşina bir yazar olarak “çapraz kurgu” kullanımıyla olay örgüsünü daha da kuvvetlendirerek okuru da sıklıkla şaşırtır.
Esere dair sürpriz bozan vermemek adına, Ruhlar Mahkemesi’nin işaret ettiği düşüncenin Vatikan ve Katolik Kilisesi ile bağlantılı olduğunu, aslında ortaçağdan beri süregelen gayrıresmi nitelikli bir kriminoloji arşivini temel aldığını söylemek yeterli olacaktır. Günümüze değin uzanan bu ilginç yapılanmanın özünde cezalandırılmamış suçların ve suçluların ilahi adaletin elçileri olduğuna inanılan rahipler tarafınca cezalandırılması düşüncesi bulunmaktadır.
Bu açılardan gerilim romanı ve polisiyenin bir birleşimi olmakla birlikte, İtalyan edebiyatı özelinde dini öğeleri ağır basan bir roman olarak anılır. Zira romanda yer alan pek çok sanatsal, tarihsel ve sosyolojik unsur esas olarak Vatikan’ın ve Kilise’nin suça ve hatta suçluya bakış açısına göre de alımlanmakta, bu açıdan da yazar tarafından yorumlanmaktadır. Bu hususta Vatikan temelli bir kriminoloji arşivi fikrine, bir anlamda faili meçhul pek çok olaya dair insan eliyle intikam alınması sürecini de bu cezalandırma düşüncesine eklemleyen Carrisi, Ruhlar Mahkemesi’nde insanın iyi-kötü dengesinde hırsları, korkuları, arzuları etrafında kendisini kaybetmesini konu edinir.
Nihayetinde basit bir acil durum ihbarı ve belirsiz bir intihar vakasıyla başlayan bu Donato Carrisi romanı, Marcus ve Sandra’nın farklı bakış açıları ile iki farklı anlatım şeklinde ilerler. Ancak olayların gelişmesiyle Marcus ve Sandra’nın bir araya gelişi romandaki gerilim unsurunu doruk noktasına ulaştırır.
Her ne kadar iki ana karakter etrafında şekillenen bir roman gibi görünse de Donato Carrisi’nin Ruhlar Mahkemesi, esas olarak bir seri katil hikâyesidir. Alışılagelmiş bir seri katil fikrinden oldukça farklı, tarihi bağı kuvvetli olan bir seri katil hikâyesidir sözkonusu olan: Farklı farklı cinayetleri birbirine bağlayan bir olay örgüsüne sahip olan bu romanda eksik kalan nokta ise kimi yan olayların ve kahramanların psikolojisinin ve karakter özelliklerinin derinlemesine incelenememesidir. Lakin bu eksiklik, gerilim duygusunun düşmesine sebebiyet vermez; Carrisi’nin romanı son sayfaya kadar okurunda şaşkınlık yaratacak bir ritme sahiptir.
Tüm bu özellikleriyle Donato Carrisi’nin Ruhlar Mahkemesi (şüphesiz yazarın diğer eserleri de) polisiye okurlarına farklı zamanların, farklı mekânların ve farklı suçların hikâyesini sunmaktadır.