Tarihle dolu şehirleri, mükemmel adaları ve geniş kıyılarıyla İtalya’nın, dünyanın dört bir yanındaki her türden yazara ilham veren çekici bir zemin olmasına şaşmamalı. Ancak güneşin öptüğü zeytinliklerin, görkemli mimarinin ve parıldayan manzaranın altında, nesillerdir polisiye yazarlarını cezbeden karanlık bir tehdit, mafya, cinayetler ve yeraltı dünyası var.
Sicilya’nın bol güneş alan kıyılarından Milano, Toskana ve Floransa üzerinden Venedik’in su yollarına kadar, kendi evimizin rahatlığından ayrılmadan heyecan verici bir İtalyan deneyimi yaşattıklarına şüphe yok. Donna Leon’un Brunetti’si, Andrea Camilleri’nin Montalbano’su, Patricia Highsmith’in Bay Ripley’i en sevdiğim İtalyan serileri. Bir de İtalya’nın tarihini kendine mesken edinen romanlar var ki en başta Umberto Eco’nun Gülün Adı olmak üzere Dan Brown’un Cehennem’i bunlara şahane örnekler.
Michael Dibdin’in Alaycı Dedektifi Aurelio Zen
Aurelio Zen, bu gizem ve suç romanları serisinde başrolde. Kurgu, 80’lerde geçiyor. Seriyi yazmaya 1988’de başlayan Michael Dibdin, 2007’de son Zen romanını bitirdikten hemen sonra hayatını kaybetti. Aurelio Zen, İtalyan bir dedektif, serinin ironisine ve kara mizahına çok şey katan bir antikahraman, düzensiz, fazlasıyla insani ve duygusal. Zen, kendisinin de içinde bulduğu sürekli değişen siyasi dünyanın üstesinden kurnazca geliyor. Dibdin bizi seriyle tanıştırdığında Zen, orta yaşlı ve yorgun bir adam. İlk roman Fare Kral, Suç Yazarları Derneği’nden Altın Hançer ödülünü kazandı.
Bu psikolojik gerilim başyapıtında, İtalyan Polis Komiseri Aurelio Zen, güçlü bir sanayici olan Ruggiero Miletti’nin kaçırılmasını araştırmak üzere görevlendirilir. Ama kimse Zen’in başarılı olmasını pek istemiyor gibi görünür; ne onu işbirlikçi olarak gören yerel yetkililer ne de Miletti’nin, onu kaçıranların elinde çürümesine izin vermekten memnun görünen çocukları. Tabii hâlâ yaşıyorsa… Zen’in oradaki varlığı sadece bir gösteridir.
Fare yuvası gibi bir aile Milettiler… Uyuşturucu ticaretinde parmağı olan, modaya takıntılı, züppe en küçük oğlan Daniele, yavan güzelliği yıkıcı bir sır saklayan kızı Cinzia, Ruggiero’nun yokluğunda ailenin reisi olan, cinsel açıdan sapkın oğul Silvio ve manipülatif, kendi kendine hizmet eden en büyük oğul Pietro. Bu karışıma, İtalya’yı ziyaret eden Güney Afrika vatandaşı olan ailenin sekreteri Ivy’yi ve Cinzia’nın kurnaz kocası Gianluigi Santucci’yi de ekleyin. Zen, işte bu fare yuvasındaki aile entrikalarını ve resmi suç ortaklığını çözmeye çalışırken rüşvet ve organize suçla tanınan bir bölgede zekasının en iyi silah olacağını öğreniyor. Michael Dibdin de bize polisiye prosedürlerin ve psikolojik gerilimin tüyler ürpertici bir şaheserini sunuyor.
Bu roman, Kuzey (örneğin Zen, Venedik’tendir) ve Güney İtalya arasındaki hoşnutsuzluğun da altını çiziyor. Ayrıca Roma ve Romalılara yönelik yürekten küçümseme de var. Ancak bu bölgesel duyguların ötesinde, ülkenin daha geniş bir resmi de var. Dibdin, okura günlük hayata, hükümete yönelik duygulara, (en iyi ihtimalle beceriksiz, en kötü ihtimalle yozlaşmış olarak algılanan) polisten hoşlanmama ve sağ/sol siyasete bir bakış sunuyor. Çoğu toplum gibi, İtalyan toplumu da karmaşık ve çok yönlü ve Dibdin bunu açıkça ortaya koyuyor. Sosyal sınıf ve güç bu romanda da önemli temalar. “Para konuşur” sözü burada oldukça öne çıkıyor ve “sahip olanlar” ile “sahip olmayanlar” arasındaki çizgi net bir şekilde çiziliyor.
Yazar yetenekli, dedektif ilginç ve takdire şayan, ortam büyüleyici ve olay örgüsü sofistike. Bir seriyi sevmek ancak yazarının öldüğünü ve artık yazamayacağını öğrenmek her zaman çok üzücü. Öyleyse sahip olduklarımızın tadını çıkaralım!
Yolsuzluk ve kayıtsızlık denizinde birazcık dürüst bir iş yapmaya çalışan bu karamsar polisle vakit geçirmekten keyif aldım. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bu dünyada gücün ve etkinin ne kadar çok şeyi belirlediğini gerçekten görüyorsunuz. Fare Kral, rahatsız edici ama mükemmel bir metafor.