Kassovitz ve The Bureau Çok Çok İyi

8 dakikalık okuma

Amélie ve Munich/Münih filmlerindeki rolleriyle tanıdık Mathieu Kassovitz’i ve tabii La Haine/Protesto filminin yönetmeni olarak. 49 yaşındaki Fransız sanatçı, sıkı casusluk draması The Bureau’da başrolde. Yine ilgi odağı ve yine çok çekici…

O bir James Bond değil belki ama rolü en az onun kadar etkileyici. The Bureau‘da Mathieu Kassovitz, Fransız İstihbarat Servisi’nde görevli gizli ajan Malotru rolünde. 6 yıl Şam’da görev yaptıktan sonra Paris’e dönen, evli bir Suriyeli kadınla yasak ilişki yaşamış ve müttefikleriyle sorunlu bir dönemden geçmiş bir ajan… Küçük bir yalanın başka sırlarla yan yana gelmesiyle olaylar kartopu gibi büyüyor dizide.

“Kendisini iyi olanı yapmak istediği bir durum içine sokuyor fakat denedikçe durumu daha karmaşık bir hale getiriyor” diyor Kassovitz.

Éric Rochant’ın casus hikâyesi The Bureau, Fransa’da büyük ilgi topladı, ABD’de iTunes’ta liste başı oldu ve French Syndicate of Cinema Critics En İyi Televizyon Dizisi Ödülü’nü aldı. Hikâyenin tutarlı ve gerçekçi bir dedektiflik öyküsü olabilmesi için Fransa’nın CIA’i sayılabilecek DGSE’ye erişim sağlandı.

O halde dizi gerçeğe ne kadar yakın?

“Bu soruyu sorduğumda, Tabii ki sana söylemeyiz, söylersek seni öldürmek zorunda kalırız, dediler” diyor Kassovitz.

The Breaunun Amerikan tarzı bir yapım olduğu, yapımcılar ve yazarlar tarafından çok konuşuldu. Bu, Fransız sinemacıları için ne anlama geliyor?

Fransız sineması yazar eksenlidir. Bu yüzden “kitabına uygun davranan” yönetmenler havuzunda çalışmaktan mutlu değiliz. Fransa’da ayrıca yaratıcı kontrol dediğimiz bir şey var; bu, son kararı yapımcının değil yönetmenin verdiği anlamına geliyor. Yani Eric sadece atmosferi ve tempoyu ayarlamakla kalmadı, aynı zamanda bağımsız yönetmenler de buldu. Çok başarılıydı. Bunun için bütçesi, bir Amerikan dizisinin bütçesinin onda biriydi. Bölüm başına 800 bin dolar civarında bütçemiz.

Fransa’da insanlar dizilerin bölümlerini haftalık olarak takip etmeye daha meyilli fakat ABD’de bütün bölümleri bir anda izlemek gibi bir alışkanlık var…

Sosyal medyada takipçilere “Lütfen bölümleri biriktirmeyin, haftalık akışıyla izleyin” dedim çünkü o bekleyişle dizinin heyecanı daha da artıyor.

Gerçeğe alabildiğine yakın

Biraz Malotru‘dan bahsedebilir misiniz?

Malotru ahlaklı bir adam. Ama bazen kişisel ahlakınız işinizin önüne geçebilir ve ülkeniz için yapmanız gerekenler genellikle kendiniz için yapmanız gerekenlerle örtüşmez. Böylece bir çıkmazın içine girersiniz: Bir kere yalan söylediysen hep söylemek zorunda kalırsın.

2. sezon Fransa’da gösterildi bile. Neler beklemeliyiz bu sezonda?

Hâlâ aynı çizgide ilerliyor ama artık daha uluslararası. Benim karakterim yeni bir karakter. Yaptığı hatalar diğer karakterlerin tepkilerini etkiliyor. Sezon finali buradaki insanları çılgına çevirdi.

3. sezonu ilginç kılacak kadar materyal var mı?

Savaşlar, jeopolitik sorunlar, ajanlar olduğu sürece ilerleyeceğimiz konular var. Yine de ne kadar ilgi çekici konu bulursak bulalım gerçeklik her zaman bizi irkiltiyor.

Son iki yıldaki terör saldırılarının dizinin işleyişinde bir etkisi oldu mu?

Charlie Hebdo ve Bataclan saldırıları biz çekim yaparken oldu. Her ikisinde de sabah geldik, birbirimize baktık ve sahneleri gerçeğe yakın şekilde uyarladık. İnsanlar diziyi bu yüzden sevdiler. Haberlerde izlediklerini dizide ve belki de daha dürüstçe görebildikleri için.

İki sene önce Paris’e dönmeden evvel 10 yıl Los Angeles’ta kaldın. 2013’te verdiğin bir röportajda Fransız sinemasından elini çektiğini söylemiştin. Bu projede yer alman fikrini değiştirdi mi?

Hayır, çünkü bu dizinin bir istisna olmasını istemiyorsun, akımın bir parçası olmalı. Bu kadar güzel bir şeyin parçası olmak çok güzel. Ama insanların eğlenmek için, konuşmak için yeteri kadar iyi olmadığını bilmek üzücü.

Patavatsız ama karakterli

Aynı röportajda artık Fransız olmaktan gurur duymadığını söylemiştin. Hâlâ öyle mi düşünüyorsun?

Fransız olmakla her zaman gurur duydum ama sorun, Fransa’nın Fransız olduğunu unutmasıydı. Birkaç sene önce Nicolas Sarkozy ile bütünlüğümüzü ve düşünme biçimimizi kaybettik. Şimdi bu sosyal karmaşa ortamında Fransızların ayağa kalktığını ve mücadele ettiğini görüyorum. Ve evet, daha fazla Fransız hissediyorum.

Sosyal meselelere açıksözlü tavrınla tanınıyorsun. Bu tavrın kariyerini etkiledi mi?

Sanırım ne kadar patavatsız olduğumu biliyorlar. Steven Spielberg biliyor. (Munich filminde) önemsemedi. Ağzımı hep açıyorum, hep bağırıyorum; filmlerim de böyle. Dolayısıyla yönetmenler insanları çıldırtacak bir fikirle geldiklerinde kulak kesileceğimi biliyorlar.

Hem yönetmenlik hem oyunculuk yaptın. Kendini şu anda nerede görüyorsun?

Yönetmenlik dünyadaki en ilginç ve ilham verici işlerden biri ama oyunculuk çok eğlenceli, kolay ve iyi para kazandıran bir iş yani neden yapmayayım? Şimdiki işim mükemmel çünkü yaratıcılarından biri olduğum harika bir projede çalışıyorum ama dramalarla uğraşmak zorunda değilim. Sen oturup tadını çıkarırken bu sürecin, onlar için ne kadar acı verici olduğunu görüyor musun? O yüzden şöyle düşünüyorum (gülüyor), yönetmenliğe geri mi dönmeliyim yoksa şanım için başkalarının acılarını izlemenin keyfini mi yaşamalıyım?

New York Times gazetesinden derlenmiştir…

Editör

Türkiye'nin ilk ve tek polisiye kültür dergisi.

Önceki Hikaye

Benedict Cumberbatch'in Altın Çağı

Sonraki Hikaye

Agatha Christie’nin Araplarla Olan Sevgi-Nefret İlişkisi

En Son Yazılar