Röportaj: Alper Kaya

14 dakikalık okuma

Özellikle Komiser Tahsin serisiyle tanınan Alper Kaya, yeni bir polisiye roman serisine başladı: K Polisiyeleri. Serinin ilk kitabı Karınca Karambolü’nde 7 yıldır cezaevinde kalan eski boksör Korhan Karay’la tanışıyoruz. Uzun süren hapishane süreci nedeniyle yaşamına nasıl devam edeceğini henüz bilemeyen Korhan’dan bir kredi kartı dolandırıcılığı vakasını çözmesi istenince Korhan sadece bu suçu değil, aynı mekânda birkaç yıl önce işlenen çözülememiş bir cinayeti de çözüyor.

Alper Kaya kısa bir romanda aksiyon, ilişkiler ağı, karakter derinliği ve gizemin çözülüşünü etkili biçimde ortaya koyuyor. Yazarla K Polisiyeleri’ni ve elbette polisiyeyi konuştuk.

Polisiye okurları tarafından sevilen Komiser Tahsin serisini yazıyordunuz, başka kitaplarınızın yanında, yeni bir seriye de başladınız: K Polisiyeleri. Nasıl karar verdiniz yeni bir seriye başlamaya?

Evet, Tahsin’in maceraları için güzel dönüşler geliyordu. Ancak hem onun baskı süreçlerinde yaşanan ve benden kaynaklanmayan aksilikler hem de içinde bulunduğumuz şartlar beni resmi polis öyküleri yazmaktan soğuttu. Sendikalaşma sürecine dair mücadele verme dürtüsü gibi basit, temel ve nispeten “insani” bir dürtüye karşı bile geniş bir muhalif kesimin olduğu bir meslek grubunun; 21. yüzyılda şeffaflaşma veya hesap verilebilirlik adına katetmesi gereken birkaç yüzyıllık mesafe olduğuna inandığım bir güruhun öykülerini yazmak istemediğime karar verdim. Bunun yanı sıra günümüzde her şey çok kolay. MOBESE ve HTS kayıtları, kamera görüntüleri, ilerlemiş teknolojiler… Polislerin bir suçu açığa çıkarmamak için -dışarıdan bakıldığında- suçun paydaşı olmaktan başka neredeyse hiçbir sebebi kalmamış gibi görünüyor. Dolayısıyla bu kolaycılığa karşı, bağımsız bir dedektif öyküsü yazmak gerekirdi.

komiser tahsin serisi

K Polisiyeleri’nin ilk kitabı Karınca Karambolü’nde ana karakterimiz Korhan Karay. Eski bir boksör, şike soruşturması nedeniyle haksız yere 7 yıl içeride yatmış, ilgili savcı FETÖ soruşturmasından yurtdışına kaçmış… Korhan Karay’ı bir de sizden dinlemek isteriz.

Aslında anlatılması gerekeni siz anlattınız. Benim şu aşamada ekleyebileceğim çok az şey kaldı… Bir düşünelim. Hapse girer girmez bütün ailesinin, çevresinin kendisine sırt çevirdiği bir karakter. Hiçbirisinden haber alamıyor hatta hapisteyken karısı ona boşanma davası açıyor, boşanıyor. Sadece, bu süreçte avukatlığını da üstlenen kuzeni Utku var. Haliyle hapisten çıkınca da böyle bir dünyaya merhaba diyor. Buna rağmen şu çok meşhur, terk edilmiş-ağlak-dünyaya-öfkeli-erkek tipolojisinden uzak tutmaya çalıştım Korhan’ı. Sanıyorum, büyük ölçüde de başardım. En azından alkolik değil, bundan eminiz.

Korhan aslında sudan çıkmış balık gibi biraz. Cezaevine girmeden önce -çok mutlu olmasa da- “normal” bir hayatı var; işi, ailesi, eşi… Fakat üstüne atılan suçlar nedeniyle tüm bunları kaybediyor. Dışarı çıktığında kuzeni ve avukatı Utku dışında kimsesi yok, evi, geliri, işi… Ve evet, tüm bunlara rağmen, bahsettiğiniz gibi, polisiyede artık okumaktan da izlemekten de bıktığımız “kaybeden erkek” havasında değil. Bir yerden başlaması gerektiğini biliyor. Bu dengeyi nasıl kurdunuz karakteri oluştururken?

Çünkü çok sıkıldım. Kitaplarda, dizilerde, sinemada böyle bir tipolojinin resmedilmesi çok sıkıcı değil mi? Evet, yalnız kalabiliriz, kimsesiz kalabiliriz, çaresiz de kalabiliriz ama kaybedenler kulübü sendromunun modası geçmedi mi cidden? 2022’deyiz… Korhan sadece çağa ayak uydurmaya çalışıyor diyebiliriz. Her anlamda!

karınca karambolü

Romanlarınızda Türkiye’de yakın zamanda yaşanan siyasi ve toplumsal meselelere mutlaka değiniyorsunuz. Hatta Karınca Karambolü’nde son yıllarda yaşanan hukuksuzlukları, tüm bu krizlerin insanları çürüme noktasına getirmesini de gündeme alıyorsunuz. Polisiye eserler tüm dünyada sistem eleştirilerini, siyasi iktidarların yapıp ettiklerinin toplumdaki yansımalarını irdeleyen eserler haline geldi. Siz bir yazar ve okur olarak neler düşünürsünüz bu konuda?

Ben bunu çok eskiden beri savunuyorum. Çünkü polisiye, cinayetten azade düşünmemiz gerekirse aslında bir suç öyküsü sunmalı. Kredi kartı yolsuzluğu da suçtur, komşunun arabasının farını kırmak da suçtur. Benim için, okur ve yazar olarak, asıl maharet suçu çağla özdeşleştirebilmekte yatar. Yani suç da çok durağan bir kavram değil; yaşamla beraber devinim içine giriyor. Çağın dinamiklerine ayak uyduruyor. Şartların, siyasi konjonktürün elverdiği ölçüde kılık değiştiriyor. En basit örnekle bundan yirmi yıl önce Jet Fadıl vardı, şimdi borsa dolandırıcıları var. Haliyle bence iyi bir polisiye yapıtın, içinde bulunduğu toplumun şartlarına ayna tutması gerekiyor. Ama gelin görün ki, “seri katil” ekolünden çok da söz edemeyeceğimiz ülkemizde çıkan üç polisiye kitabın neredeyse biri seri katil hikâyesi. Enteresan bir tablo…

Karınca Karambolü kısa bir roman ancak epey hareketli; Beşiktaş’taki bir barda bir süredir işlenen kredi kartı dolandırıcılığını araştırmaya başlayan Korhan, romanın bitimine kadar hem bu suçu hem de aynı barda işlenen bir cinayeti ve bir tecavüz vakasını çözüyor. Bunların yanı sıra Korhan’ın iç sesini de okuyoruz. Kısa bir romanda tüm bunları aktarmak da maharet. Ne düşünürsünüz bu konuda?

Estağfirullah derim… Böyle düşünülmesi beni mutlu eder. K Polisiyeleri için planladığım tarz da açıkçası biraz böyle. Çünkü bağımsız bir dedektif, eğer çok enteresan bir dosya üzerinde çalışmıyorsa ve her şey acayip katmanlı değilse birkaç günde, hadi bir ay diyelim, işi çözebilir gibi geliyor bana. Neyse ki ülkemizde resmi anlamda bir dedektiflik kurumu olmadığı için, herhangi bir meslek örgütü bu yaklaşımımı kınayacak bir deklarasyon paylaşamayacak…

Bir önceki sorunun bağlamından devam edersek Karınca Karambolü’nün yazım süreci nasıl başladı, nasıl ilerledi? Siz yazıp bitirdikten sonra yayınevi aşamasında neler yaşandı?

Pandeminin başıydı ve evlere kapanmıştık… Boş durmak istemediğim için böyle bir kitaba başladım. Gelin görün ki, bir ayda kitabın yazımı bitti. Ardından Mylos’a gönderdim; ülkedeki kâğıt piyasası, edebiyat sektörünün durumu derken kitabın baskısı bir buçuk yılı buldu. Bu esnada pandemi bitti. Yani çok da göz açıp kapayana kadar ilerlemedi süreç ama bir şekilde gelip geçti diyebiliriz…

Okurlardan nasıl yorumlar aldınız? Korhan’a Poirot Korhan diyenler var, final sahnesindeki suçları açıkladığı bölüm nedeniyle. Korhan sevildi sanırım.

Ben de beğenildiğini düşünüyorum. Olumsuz bir yoruma denk gelmedim. Hukukçu ve sıkı bir polisiye okuru olan Bilgütay Hakkı Durna, hukukçuların TV’deki ve kitaplardaki hukuka dair sahnelere genelde güldüğünü ama bu kitapta böyle bir şeye rastlamadığını söyledi. Hedeflediğim de buydu. Poirot diyenler var, Mickel Spillane diyen de var… Herkesin farklı bir pencereden bakması ve sevmesi güzel.

Kitabın sonunda anlaşılıyor ki bunca suçu hızlıca çözen Korhan ve avukat kuzeni Utku, yeni gizemle ri çözmeye devam edecekler. K Polisiyeleri’ni nasıl planladınız, kaç romandan oluşacağı, nasıl bir aralıkla yeni romanların çıkacağı belli mi?

Yayınevimin izin verdiği aralıkta… Şu sıralar ikincisi üzerinde çalışıyorum, fakat tam anlamıyla kaç romandan oluşacağına dair bir kanaate varmadım. Korhan’ın öyküsü bitene kadar diyebiliriz…

Biraz da polisiyeye ilginizi konuşalım. Nasıl başladı polisiye okurluğunuz ve neden bu türde yazmaya karar verdiniz?

Küçüklüğümden bu yana polisiye okumayı ve izlemeyi severim. Ancak düzenli bir polisiye okuru olmaya, üniversiteye ilk başladığım dönemde (2008) adım attım. Çünkü o döneme dek kitaplara erişimi çok iyi olmayan küçük bir kasabada yaşıyordum, üniversite için İstanbul’a taşınınca daha geniş bir ağa ulaşmaya başladım. “Neden bu türde yazmaya karar verdim?” diye düşündüğümde, aslında bir karara varmadığımı ifade edebilirim. Ben sadece aklıma gelen hikâyeleri anlatmak istedim. Hâlâ aynı hisleri paylaşıyorum. Bunca kriminal vakanın olduğu bir ülkede de aklıma suç öyküleri daha fazla geliyor doğrusu…

Sizi en çok etkileyen polisiye roman karakteri ve polisiye yazarları hangileri oldu?

Cingöz Recai! İlkokulda okumaya başlamıştım, kitaplarını bulduğum ölçüde edinmiş ve bayılmıştım. Yazarlar sorusuna ise daha geniş perspektifte bir cevap verebilirim… İyi yazılmış her polisiyeyi seviyorum, tek bir isim veya birkaç isim vermek çok doğru gelmeyecektir; mutlaka eksiklerim olur…

Son dönemde izlediğiniz en etkileyici ya da özgün bulduğunuz polisiye dizi ve filmler hangileri?

Senaryosunda yerli polisiye yazarlarımızdan Cenk Çalışır’ın da imzası bulunan Kilit filmini özgün bir suç öyküsünü iyi bir sinematografi ve oyunculukla aktardığı için beğenmiştim. Dizileri takip edemiyorum, o yüzden çok doğru bir cevap veremeyebilirim.

Son dönemde okuduğunuz ve herkese önermek istediğiniz polisiye romanlar hangileri?

Algan Sezgintüredi ve Mesut Demirbilek işbirliğinin ürünü olan Kavgaz: Çantacı ile “Dark Polisiye” seçkileri son dönem okuduğum ve gönül rahatlığıyla önerebileceğim polisiye yapıtlar arasında. Ancak son dönemde, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Kristal Kelepçe Ödülleri jürisinde olduğumdan aday kitapları okuduğumu ve ödül henüz verilmediği için onlar arasından tavsiyelerime burada yer veremediğimi de ifade etmek isterim.

Yoldaş Özdemir

1981 doğumlu. Çocukluğunu İstanbul’da geçirdi. Erciyes Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden mezun olup İstanbul’a döndü. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra eğitim yayıncılığına adım attı. Erken yaşta okumayı öğrenip sevmesinden olsa gerek öğretmenlikten vazgeçip yayın dünyasında kalmaya karar verdi. Kalkedon, Kassandra Yayınları ve Esen Kitap’ta editörlük yaptı. 2015’ten itibaren Mylos Yayın Grubu bünyesindeki dergi ve kitapların editörlüğünü üstleniyor. Polisiye okumaktan ve izlemekten bıkmamakla birlikte bilim kitapları yayımlama hayali kuruyor.

Önceki Hikaye

Haftalık Polisiye Seyir Rehberi

Sonraki Hikaye

Haftanın Yeni Polisiyeleri

En Son Yazılar